top of page
image00004.jpeg

Aralık 2020 | İnsan | Türkiye

AHMET RIFAT ŞUNGAR

“Bizimki intihar jenerasyonu”

Yazı | Onur Baştürk

Önce Berlin'den başlayalım. Gerçekten gidiyor musun? Tam zamanlı mı yoksa yarı zamanlı bir gidiş mi olacak bu? Planın ne?

 

Berlin çok uzun zamandır ziyaret ettiğim ve kendimi çok huzurlu hissettiğim bir şehir. Tam zamanlı bir gidiş olmayacak. Sadece çalışmadığım zamanları orada geçirmek istiyorum. İstanbul’u sevdiğim aşikâr ama Berlin’de kendimi daha dingin hissediyorum. Yavaş yürüyebilmek için bile giderim Berlin’e!

 

Orayı seçmiş olmanın özel bir nedeni var mı? Yoksa akış mı?

 

Berlin ile tanışmam Berlin Film Festivali sayesinde oldu. Orada yaşayan meslektaşlarım var. Onlar vesilesiyle birbirinden farklı tiyatrolarda oyunlar izlemeye başladım. Karşılaştığım örneklerden çok etkilendim ve fırsat buldukça oyun izlemek için gidip geliyorum. Sahneleme biçimleri çok ilgimi çekiyor ve bundan mesleki olarak pozitif etkilendiğimi düşünüyorum. Sevgilimle de Berlin’de bir tiyatro oyunu vesilesi ile tanıştık. Pozitif etkilenme tek boyutlu olmadı anlayacağın. Ayrıca son dönemlerde üretmek konusunda takıntılı bir haldeyim ve bunun benim için bir ihtiyaç olduğunu kabul ettim. İstanbul’dan uzaklaşmak, burada biriktirdiklerimi dışardan daha net görebilmeme yardımcı oluyor. Berlin’e kendi projelerimle daha çok ilgilenmek için gidip geleceğim.

 

Akış demişken; geriye dönüp hayatına baktığında yaptığın seçimler akışta önüne mi çıkmış yoksa hepsini özenle mi seçmişsin?

 

Hepsi akışta önüme çıkmış gibi geliyor ama zihnen sürekli çağırdığım, aradığım, heyecan duyduğum seçimlerdi ve akışta karşılaştık aslında. Beklenti içinde olmayı becerebilen biri değilim. Akışın içinde yapmak istediklerimle ilgilenerek salınıyorum. Bu da tercihlerimi belirliyor. Genelde sezgisel veriyorum kararlarımı. Bu halim akışın içinde kalmama ve rastlantısal olan birçok konuya da hazırlıklı olmama yardımcı oluyor.

 

Geride durmayı seven aktörlerden gibisin. Ya da bana öyle geliyor.

 

Benim için meslek tanımı, kendini ortaya koyarak kendinden sıyrılma çabası içinde olmak. Sürekli birbirine benzemeyen karakterlerle ilgilenmek istiyorum. Bu nedenle oyunculuk anlamında zihnen geride durmam mümkün değil.

 

Yaşam tarzın nasıl? Serseri mayın mısın yoksa konforlu bohem mi?

 

Yaşam tarzım nasıl, emin ol düşününce benim de kafam karışıyor! Serseri mayını da konforlu bohemi de oynarım ama...

 

Dizi sektörüne arada bir bulaşıyorsun sanki. Bizim dizi sektörü iyisiyle kötüsüyle sana nasıl bir his veriyor? Memnun oluyor musun setlerde haftanın altı günü çalışıyor olmaktan?

 

Projeyi sevdikten sonra ve çalıştığım insanlar memnun olunca haftanın kaç günü çalıştığınla ilgilenmiyorsun ki... Zaten artık çalışma koşulları ve saatler eskiye göre daha iyi.

 

İKİ GAY KARAKTER VARDI, BİRİNİ BEN OYNUYORDUM

 

Netflix'in çekimleri başlamak üzereyken iptal edilen “Şimdiki Aklım Olsaydı” dizisindeki gay karakteri sen oynayacaktın. Bir ara herkesin gündemiydi bu, şimdi unuttuk. Ne söylemek istersin bununla ilgili?

 

Korkmayın! Demek isterim.

 

Sadece bu kadar mı?

 

Bu kadar değil tabi. İki gay karakter vardı ve sadece birini ben oynuyordum. Projen iptal olunca üzülürsün ben üzülemedim bile. İptal olmasına sebep olduğunu söyledikleri konu hakkında bu kadar cümle sarfediyor olmak bile o kadar utanç verici ki... Birileri adına utanmaktan üzülmeye pek fırsatım olmadı.

 

Bizim erkek oyunculara hep sorulur ya, "Gay karakter oynar mıydınız?" diye.

Onlar da genelde "Ne münasebet" yanıtı verir, klasiktir. Zaten gay karakter bizde hep karikatürize, efemine bir şekilde yansıtılır oyuncular tarafından. Oysa toplumda tek tip bir gay yok. Tek tip bir hetero olmadığı gibi. Özellikle mi böyle tek tipe indirgeniyor, ne dersin?

 

Biz ötekileştirmeye çok müsait bir canlı türüyüz. Ötekileştirdiklerimizin normal olduğunu görmekten korkuyoruz. Eril zihniyet, tüm gay karakterleri tek tipleştirerek, tıpkı kadın karakterleri ikinci sınıf gördüğü gibi bir yere konumlandırıyor. Korkuyorlar işte, güçleri ellerinden gidecek diye gösterdikleri ezik bir ataerkil hal. Sonuçta projenin kendisi kocaman bir tasarım ve oyuncu sadece görünen kısmında olduğu için bu gibi tartışmalar oyuncunun tercihleri özelinden konuşulmamalı. Projenin bütünü derinlikten yoksun, tek düze ise oyuncu neden kendini arkasında duramayacağı bir konuda öne atsın?

 

Bunu anlarım ama “Ne münasebet” ne demek anlamadım. Bu konuların nedeni, niçini doğru sorular sorularak konuşulursa oyuncu, senarist, yapımcı diye başlıklarla bölünmeden asıl konuyu konuşabiliriz. Oyunculardan karakteri bu şekilde ele alması isteniyor olabilir. Oyuncu oynayacağı karaktere farklı bir yerden bakmak için heyecanlanır, istemez tek tip olmasını. Bu konu tek başına oyuncunun insiyatifinde olamıyor maalesef.

 

Yoksa oynadığımız karakterin bizimle ne ilgisi var? Gay birey hetero bir karakter oynadığında nasıl ki hetero olmayacaksa, hetero birey de gay karakteri oynadığında gay olmayacak. Basit konular, ama basite ulaşmak öyle kolay olmuyor işte.

 

BAZEN BEN DE KORKUYORUM

 

Garip zamanlardan geçiyoruz. Söylemek istediklerimiz boğazımızda düğümleniyor. Tam ifade edersek başımıza bir şey gelir diye endişeleniyoruz. Bir yandan alıp başımızı gitmek istiyoruz, hayatımızı yaşamak istiyoruz dibine kadar. Kafalar karışık. Bizim (arada kalmış) ve her şeyi görmüş nesil şanslı mı şanssız mı sence? Duygu iklimin nasıl bu konuda?

 

Benim jenerasyonumu “intihar jenerasyonu” olarak tanımlıyorum. Korkuyu olabildiğince aza indirgeyen bir hal bu. İntihar etmene de gerek yok, çünkü zaten yaşamaya çalışmak için hareket halinde olmak bir intihar teşebbüsü böyle bir dünyada! O yüzden rahat rahat geziyorum. Yalan söylemeyeyim, aslında bazen ben de korkuyorum ama o kadar da olsun. İnsan canlısı olarak da kendimi bir başka canlı türünden ayıramıyorum. Daha ne olsun, bayağı şanslıyım. Hayal dünyasında yaşamanın tadını çıkartıyorum. Bu da benim gerçeğim.

 

İnsan bir noktada kendine de aşıktır ya, eğer kendine aşkın daha çok kabarsaydı, bedeninde en çok nereyi öpmek isterdin?

 

Şöyle boyun ile omuz arasında kalan kavisten bir buse alırdım!

 

Son oynadığın film Emre Akay’ın yönettiği “Av”. O film hakkında ne söylemek istersin?

 

Emre Akay ile film için tanıştıktan sonra kısa filmlerini ve reklam filmlerini izledim. Tarz olarak tek tipleşmesinden korktuğum bağımsız sinemaya nefes aldıracağını düşünüyorum. Feminist bir hikayeyi ‘popcorn’ öğeler ile betimleyerek bir dil yaratmak kolay olmasa gerek ve yanlış hatırlamıyorsam Emre’nin yaptığı bu tanım beni filmin içine daha da çok çekti.

 

Ayrıca baş karakteri oynayan Billur Melis Koç’u izlemek için sabırsızım. Hem aksiyon hem de drama yükünün altından marifetle kalktığını düşünüyorum. Partnerliğimizin bana çok şey kattığı kesin. İzlemedim filmi anlayacağın daha, merakla bekliyorum.

İNSAN | Kategorinin diğer yazıları

yuzulogoweb2.png
bottom of page