
572 items found for ""
- TRAVEL | Yuzu Magazine
January 2025 | VOL 14 TR BELOW a PAUSE to SLOW DOWN words Laura Cottrell & Onur Baştürk You can find Japan’s traditional wooden townhouses, known as Machiya, all across the country. But larger and better-preserved Machiya neighborhoods now only exist in certain places like Kyoto, Kanazawa, Takayama, and Kurashiki. Maana Homes in Kyoto, however, offers a fresh, modern take on this tradition. It’s a collection of beautifully restored, 100-year-old Machiya houses. The goal is to blend the past with the present, bringing Japan’s timeless wisdom into modern life. The founders of Maana Homes, childhood friends Hana and Irene, actually came up with the idea in Spain! “We imagined a stay with a deeper purpose, one that would help us reconnect with ourselves and our surroundings. It all started on a starry night in Spain, with a bit of wine and some doodles on a restaurant napkin,” Hana and Irene explain. “As the world moves faster and faster, our homes offer a place of retreat. Everything is designed to slow us down, enjoy the little moments, start a movement towards a more mindful lifestyle, and strengthen connections between people”. THREE MAANA HOMES: KIYOMIZU, KAMO, AND KYOTO Maana Homes consists of three properties, available for both short and long-term stays. Maana Kiyomizu is a complex where guests can shop and dine during their stay. One of the highlights here is POJ Studio, a store founded by women, dedicated to preserving Japanese craftsmanship. The heart of Maana Kiyomizu’s social community is Kissa Kishin, a modern take on the traditional kissaten café. Kissa Kishin offers coffee, matcha, and a seasonal farm-to-table brunch menu. Some of the standouts on the menu include Kishin’s Koji Bread, Rice Puff Granola, and Jerome’s Basque Cheesecake! The second house, Maana Kyoto, is inspired by the simple and meaningful lifestyle of Kyoto. The interior has a minimalistic, pure, and balanced design. The spaces have been reimagined for modern living while keeping their functional essence. As soon as you walk in, the natural materials give off a subtle earthy scent. Just like the word “Maana,” which relates to the senses, this house speaks to all of them at once. The third house, Maana Kamo, is designed for peace and reflection. Inspired by their time spent in Kyoto, Hana and Irene wanted to capture the ancient wisdom of the city—something that can only be seen with a quiet mind—and reflect it in this house. “This Machiya house, which is almost a century old, was in poor condition, and structurally there wasn’t much we could preserve. So, we created new functional spaces and restored it,” says the Maana Homes team. Japonya'nın geleneksel ahşap şehir evi Machiya’yı ülkenin her yerinde bulmak mümkün, ama daha büyük ve iyi korunmuş Machiya mahalleleri artık sadece Kyoto, Kanazawa, Takayama, Kurashiki gibi belirli bölgelerde bulunuyor. Kyoto’daki Maana Homes ise bu geleneğin yeni ve modern yüzü. Yenilenmiş 100 yıllık Machiya evlerinden oluşan bir koleksiyon. Geçmişle bugünü harmanlayıp Japonya'nın zamansız bilgeliğini modern yaşama taşımayı hedefleyen Maana Homes’un kurucuları çocukluk arkadaşı olan Hana ve Irene. İki arkadaşın Maana fikrini oluşturdukları yer ise İspanya! “Daha derin bir amacı olan, kendimiz ve çevremizle bağlantımızı derinleştirecek bir konaklama hayal ettik. Her şey İspanya'da yıldızlı bir gecede, biraz şarap ve bir restoran peçetesi üzerine yapılan karalamalarla başladı” diyor Hana ve Irene, “Otomatikleşmiş, hızlı ve tempolu bir dünyaya doğru ilerlerken evlerimiz bir inziva alanı sunuyor. Her şey bizi yavaşlatmak, küçük anların tadını çıkarmak, daha bilinçli bir yaşam tarzına doğru bir hareket başlatmak ve insanlar arasındaki bağlantıları güçlendirmek için tasarlandı”. ÜÇ ADET MAANA: KIYOMIZU, KAMO VE KYOTO Kısa ve uzun dönem kiralanabilen Maana Homes üç mülkten oluşuyor. Maana Kiyomizu, misafirlerin konaklama sırasında alışveriş yapıp yemek yiyebileceği bir kompleks. Nitekim burada yer alan POJ Studio Japon zanaatkârlığını yaşatmaya adanmış, kadınlar tarafından kurulmuş bir mağaza. Maana Kiyomizu sosyal topluluğunun kalbi olan Kissa Kishin ise geleneksel kissaten konseptine modern bir saygı duruşu. Kissa Kishin kahve, matcha, mevsimlik çiftlik ürünleri ile hazırlanan brunch menüsü sunuyor. Özellikle menüdeki Kishin’s Koji Bread, Rice Puff Granola ve Jerome’s Basque Cheesecake öne çıkanlar arasında! İkinci ev Maana Kyoto ise Kyoto'nun sade ve anlamlı yaşam tarzından esinlenmiş. Görsel olarak evin iç mekanı minimal dekorasyona sahip, saf ve dengeli. İç mekanlar sadece işlevsel ihtiyaçlar için yeniden tasarlanıp ev günümüz yaşamına uygun hale dönüştürülmüş. Evde kullanılan doğal malzemelerin varlığı içeriye girer girmez ince bir toprak kokusu hissettiriyor. Maana’nın kelime anlamı ‘duyular’ gibi, ev tüm duyulara aynı anda hitab etmeyi başarıyor. Üçüncü ev Maana Kamo sessizlik ve düşünme için tasarlanmış. Hana ve Irene Kyoto'da geçirdikleri zamandan esinlenerek, şehrin sadece sessiz bir zihne sahip olanlar tarafından görülebilen kadim bilgeliğini bu eve yansıtmak istemiş. “Yaklaşık bir asırlık geçmişe sahip olan bu Machiya evi bakımsız durumdaydı ve yapısal olarak koruyabileceğimiz çok fazla iç unsur yoktu. Bu nedenle yeni işlevsel alanlar yaratıp restore ettik” diyor Maana Homes ekibi. Kil, pirinç samanı, kum ve deniz yosununun kullanıldığı geleneksel bir machiya duvar malzemesi olan Tsuchikabe'yi kullanarak kendi sanat panelinizi yapın. Tsuchikabe veya toprak duvar, Kyoto'nun geleneksel machiyalarını inşa etmek için kullanılan temel bir malzemedir ve hem pratik hem de rahatlatıcı evler yaratır. Tsuchikabe, Japonya'ya özgü asırlık bir tekniktir ve bölgeye ve amaçlanan estetiğe göre değişen malzemeler arasından seçim yapılır. Kil, saman, deniz yosunu ve diğer doğal malzemeleri harmanlayarak eviniz için benzersiz bir toprak duvar paneli oluşturmak üzere bir dizi pigment ve doku sunar. for more NEW / Print VOL XIV - FALL & WINTER 2024-25 590,00₺ Price Add to Cart
- YUZU BODRUM | Yuzu Magazine | İstanbul
Seyahat + Stil + İnsan + Art + Botanik THE PEOPLE OF BODRUM SAHİR EROZAN THE PEOPLE OF BODRUM ARDA ÖNEN THE PEOPLE OF BODRUM SİNAN BEY RANCH HOUSE BARBAROS RESERVE GASTRO & FUN KARNAS VINEYARDS HOUSE A MODERN & BOHEMIAN SUMMERHOUSE IN BITEZ HOUSE SPACIOUS, CALM AND ECOLOGICAL GASTRO & FUN TRATTORIA IL MANDARINO THE PEOPLE OF BODRUM KEREM YILMAZ HOUSE A SOPHISTICATED TOUCH FROM SANAYI 313 Print BODRUM - COFFEE TABLE BOOK Out of Stock View Details
- URBAN | Yuzu Magazine
April 2024 | Urban english below Atina’nın sırrı words Onur Baştürk E n sonda söyleyeceğimi en başta söyleyeyim: Atina eğlence hayatının sırrı sadece enerjinin hiç durmamasında değil, aynı zamanda herkesin eğlenmeyi bilmesiyle de ilgili. Mesela cumartesi günü saat 18.00 civarında Albion’a gittik. Mekanın içi tıklım tıklım doluydu ve bizim grup da dahil olmak üzere öyle bir enerjiyle eğlendi ki insanlar, tek kelimeyle müthişti! Oysa İstanbul’da bu kadar kalabalık bir mekanda diken üstünde olmak normaldir. Her an bir arıza ya da kavga çıkabilir diye… Albion’da ise herkes çalan müziğe odaklıydı, her şarkıda daha çok coşuldu. Bir de tüm şarkılar en fazla otuz saniye filan çalındı Albion’da. Nitekim müziğin sürekli ve hızlı bir şekilde değişmesi de bir başka Atina gece hayatı sırrı… Atina’da gittiğim diğer yerlere gelince… Kiraladığımız Airbnb evi Kolonaki’de olduğu için gündüzleri sık sık Malconis ve Queen Bee’de sosyalleştik. Unutmadan: Malconis bir İtalyan restoranı ama üst katında bir de Cabaret var. Uçaktan iner inmez cuma gecesi gittiğimiz yer ise Balthazar’dı. Balthazar’ın hem yemeklerini (özellikle suşilerini) hem de müziğini beğendim. Tamamen lokallerin takıldığı Forte ise bizim modern meyhaneler gibiydi. Bir noktada müzik yükseliyor, sandalyeler kalkıyor ve eller havaya başlıyor. Forte’yi sevdim. Meğer hafta sonları burada yer bulmak imkansızmış. Önceden rezervasyon yaptırdığımız için şanslıydık. FAVORİM AKTİ Esas favorim ise şehir merkezine 40 dakika uzaklıkta yer alan Vougliameni’deki Akti oldu. Pazar günü saat 17.30’da gittiğimiz Akti’de hem çok iyi bir yemek yedik hem de gece 22.00’a kadar eğlendik, ki biz çıkarken eğlence hâlâ sürüyordu. Akti’nin olduğu bölgede ünlü balıkçı restoranı Papaioannou da var. Onun girişinde de kuyruk olduğunu söylemeliyim. Bir dahaki sefere orayı deneyeceğim. Akti öncesinde vakit geçirmek ve denize girmek için Asteras Glyfada Beach’e uğrayın. Biz burada hem güneşlendik hem de denize girerek sezonu açmış olduk! Akti ile Asteras’ın arası 10 dakika. AYRICA… - Klasikleşmiş kokteyl bar The Clumsies ve Zurbaran zaten olmazsa olmaz. - WooWoo’yu da deneyin. - Ah, bir de konserine denk gelseydim Konstantinos Argiros’u izlemek isterdim. “Elpida” şarkısı hoş, tabii kendisi de… - Biz Airbnb evi kiraladık ama Atina’da kalınacak en iyi otelleri şöyle sıralayabilirim: The Modernist, Coco-Mat, The Dolli ve Gatsby. The secret of Athens L et me say at the beginning what I will say at the end: The secret of the Athens entertainment scene is not only that the energy never stops, but also that everyone knows how to have fun. For example, we went to Albion on Saturday around 6 pm. The place was packed and people, including our group, were having fun with such energy, it was just amazing! However, in Istanbul it is normal to be cautious in such a crowded place in case there is a breakdown or a fight at any moment. In Albion, everyone was focused on the music, each song getting more and more enthusiastic. Also, in Albion, all songs were played for about thirty seconds at the most. In fact, the constant and rapid change of music is another secret of Athens nightlife... As for the other places I visited in Athens... Since the Airbnb we rented was in Kolonaki, we often hung out at Malconis and Queen Bee during the day. Before I forget: Malconis is an Italian restaurant, but there is also a Cabaret upstairs. Balthazar was where we went Friday night as soon as we got off the plane. I liked both the food (especially the sushi) and the music at Balthazar. Forte, where only locals hang out, was like our modern taverns. Eventually, the music gets louder, the chairs rise, and the hands start to move. It turns out that on weekends it's impossible to get a seat. We were lucky to have made reservations in advance. MY FAVORITE: AKTI My favorite was Akti in Vougliameni, which is 40 minutes from downtown. We went to Akti at 5:30 pm on Sunday and had a very good meal and had fun until 10:00 pm, which was still going on when we left. There is also the famous fish restaurant Papaioannou in the area where Akti is located. I will try it next time. Before Akti you should stop at Asteras Glyfada beach to spend some time and swim in the sea. We opened the season here by sunbathing and swimming in the sea! It takes 10 minutes from Akti to Asteras. SEE ALSO... - Classic cocktail bars The Clumsies and Zurbaran are a must. - Also try WooWoo. - Oh, and I'd love to see Konstantinos Argiros in concert. His song "Elpida" is nice, and so is he... - We rented an Airbnb house, but I can list the best hotels to stay at in Athens as follows: The Modernist, Coco-Mat, The Dolli and Gatsby.
- DESIGN & INTERIORS | Yuzu Magazine
January 2025 | VOL 14 ESCAPING into NATURE words Laura Cottrell photos Riley Snelling Founded by Canadian architect Heather Dubbeldam, Dubbeldam Architecture + Design is a Toronto-based studio known for its innovative and eco-friendly projects. The studio takes the initiative to conduct its own design research, focusing on making residential spaces more livable. Their ongoing research on sustainable design in Canada and Scandinavia explores regenerative architecture, climate-positive developments, urban resilience, and how these ideas are embraced in Canada. Dubbeldam has a long list of accolades, including the Canada Council for the Arts Professional Prix de Rome and the 2024 Architectural Practice Award from the Royal Architectural Institute of Canada. Two of their nature-immersed projects, designed around the theme of escape, are elegant examples of their forward-thinking approach. CATCHACOMA COTTAGE Location | The Kawarthas, Ontario Designed for a large family of three generations, this single-story cottage is located on a peninsula with panoramic views of Lake Catchacoma. With its sloping topography rising from the waterfront, the cottage is seamlessly integrated with its surroundings and establishes a deep connection with the landscape. The steep sloping roof lines of the cottage connect three volumes, each following the natural slope of the site and with different floor heights. Where roof lines meet at different heights, skylights direct light and natural ventilation to the spaces in the attic and the living room. The design approach is to make connection with the landscape continuous and to increase the enjoyment of the experience. According to Heather Dubbeldam, “Views and access to the exterior are featured along every axis. Immediately upon entry, a large glazed sliding door opens up to views of the lake”. In addition to the dark accents, a palette of white and wood is used in the interior of the house. The inner walls are covered with maple plywood. Integrity is also ensured with charcoal gray doors and cabinets. BUNKIE ON THE HILL Location | Muskoka, Ontario Being the smallest of a collection of cabins scattered across four family properties, Bunkie on the Hill sits in a quiet haven in the trees on top of a steep hillside. The split-roof design of the house, which is a contemporary interpretation of the traditional A-frame style, has two intersecting walls that create window openings where roof volumes are separated. These geometric windows overlook the view of the forest and the lake below. Despite its compact size, Bunkie's interior is quite functional. There are shelves and nooks in the small corners. The interior of the house offers a fantastic view of the forest and lake. Natural materials complete the rustic landscape surrounding Bunkie. Interior materials include oak flooring, maple plywood and cedar veneer. These materials are supported by dark coal window frames, gray stone countertops and furniture. for more NEW / Print VOL XIV - FALL & WINTER 2024-25 590,00₺ Price Add to Cart
- URBAN | Yuzu Magazine
August 2024 | Urban ENGLISH BELOW Türk ‘Dolce Vita’sına özlemle… words Onur Baştürk F ederico Fellini'nin 60'ların hareketli Roma'sına övgü niteliğindeki La Dolce Vita filmi; sadece cazibe, tutku ve ışıltının damgasını vurduğu İtalyan ruhunun bir tasviri değil, aynı zamanda Akdeniz 'iyi yaşamı'nın modern bir alegorisi olarak bilinir. Fransız yayıncı Assouline, hem o yılların ruhunu yeniden yakalamak hem de Anita Ekberg'in Trevi çeşmesindeki ikonik anından bu yana geçen altmış yılı kutlamak için nefis bir kitap yayınladı. 320 sayfalık “Dolce Vita” isimli kitap, İtalyan yaşam tarzının güzelliğini, tarzını ve zevkini kapsayan fotoğraf ve yazılarla dolu. İtalyan yazar, öğretim görevlisi, küratör ve gazeteci Cesare Cunaccia tarafından derlenen Dolce Vita, Cunaccia'nın lirik giriş yazısı ve özel bir görsel kürasyonuyla okuyucuları İtalya'da bir yolculuğa çıkarıyor ve Dolce Vita mottosunun kökenlerini keşfetme fırsatı sunuyor. Kitabın sayfaları Maria Callas, Sophia Loren ve Marcello Mastroianni gibi unutulmaz karakterlerle dolu. Ferdinando Scianna ve Bruno Barbey gibi fotoğrafçılar, Emilia-Romagna'dan Roma'ya, Napoli'den Sicilya'ya kadar İtalyan ruhunu belgeleyen fotoğraflarında Dolce Vita’nın özünü mükemmel bir şekilde yakalamış. İşte hem bu kitabın çıkışını kutlamak hem de “Dolce Vita” ruhunu bir kez daha hissedebilmek için Bodrum’daki Villa Maça Kızı’nda Garanti BBVA'nın Türkiye'deki öncelikli temsilcisi olduğu American Express'in bir etkinliği yapıldı. Assouline Türkiye iş birliğiyle gerçekleşen American Express Dolce Vita partisine gelmeden önce eski Türkiye’nin Türk Dolce Vita zamanlarına özlemlerimi sunmamak kaçınılmazdı. 60’ların sonu, en çok da 70’lere denk gelen, hatta belki 80’leri de gayet içine katabileceğimiz Türk Dolce Vita’sı; dönemin tüm siyasi çalkantılarına rağmen samimi, eğlenceli ve masummuş. Ruhunu hepten kaybetmiş ve insanların birbirine tahammülünün artık sıfırlandığı yeni Türkiye’den geçmişe bakınca en azından görünen bu… Nasıl olmasın ki? Misal: Eventin yapılacağı Villa Maça Kızı’na giderken Mandarin’in yeni villa inşaatının içinden geçmek zorunda kaldım. Sonra karşıya baktım, orası da Bulgari Otel inşaatı. Türk Dolce Vita’sının simgesi Bodrum artık zengin Arap, Rus, Kazak ve Azeri müşterinin zevkine göre şekillenen bir yer. Kimliği yok. Özü kalmadı… Yine de umutluyum, Fellini’nin dediği gibi, “Son yoktur. Başlangıç yoktur. Sadece yaşamın sonsuz tutkusu vardır”. Ve o tutku her zaman bir yerlerden mutlaka çıkar geri gelir! Longing for the Turkish 'Dolce Vita'... F ederico Fellini's La Dolce Vita, his ode to the vibrant Rome of the '60s, is known not only as a depiction of the Italian psyche marked by glamour, passion, and glitz, but also as a modern allegory of the Mediterranean "good life”. French publisher Assouline has published an exquisite book celebrating six decades since Anita Ekberg's iconic moment at the Trevi Fountain. The 320-page "Dolce Vita" is filled with photographs and essays that capture the beauty, style and taste of the Italian way of life. Compiled by Italian author, lecturer, curator, and journalist Cesare Cunaccia, Dolce Vita takes readers on a journey through Italy and explores the origins of the Dolce Vita motto through Cunaccia's lyrical introduction and special visual curation. The pages are filled with unforgettable characters such as Maria Callas, Sophia Loren, and Marcello Mastroianni. Photographers such as Ferdinando Scianna and Bruno Barbey have perfectly captured the essence of Dolce Vita, documenting the Italian soul from Emilia-Romagna to Rome, from Naples to Sicily. To celebrate the release of the book and to relive the spirit of Dolce Vita, an event was held at Villa Maça Kızı in Bodrum. Before coming to the American Express Dolce Vita Party organized in collaboration with Assouline Turkey, it was inevitable not to long for the Turkish Dolce Vita times of old Turkey. The Turkish Dolce Vita of the late 60's, most of the 70's and maybe even the 80's was sincere, fun and innocent despite all the political turmoil of the time. This is what we see when we look back from the new Turkey, a country that has lost its soul and where people no longer tolerate each other... How could it not be? For example: On my way to Villa Maça Kızı, where the event was to take place, I had to pass the construction site of the new Mandarin villas. Then I looked over and there was the construction of the Bulgari Hotel. Bodrum, the symbol of the Turkish dolce vita, is now a place shaped according to the tastes of rich Arab, Russian, Kazakh and Azeri clients. It has no identity. It has no essence anymore... Still, I am hopeful, as Fellini said, "There is no end. There is no beginning. There is only the eternal passion of life”. And yes, this passion always comes from somewhere!
- TRAVEL | Yuzu Magazine
February 2025 | TRAVEL LISBON’s VIBRANT NEW CULINARY HOTSPOT Santa Joana words Onur Baştürk One of the most exciting and lively restaurants I’ve visited in Lisbon recently has to be Santa Joana. Opened in late October 2024, it is the flagship restaurant of the new Lisbon hotel by Locke, a brand with properties across major European cities, including London, Paris, and Berlin. Run in partnership with White Rabbit Projects, the restaurant is helmed by globally renowned chef and culinary director Nuno Mendes. Santa Joana blends Lisbon’s newfound energy with Portugal’s rich culinary history, offering a menu that showcases the country’s gastronomic traditions, evolution, and heritage—a true culinary journey through time. Sourcing ingredients from a vast network of farmers, producers, and artisans within a 300 km radius—including Wisdom Valley, Nutrifresco, and Carnes do Campo—the menu highlights the best of Portuguese land and sea. “One of the luxuries of working in Lisbon is having access to incredible ingredients,” says Chef Mendes, adding, “A few years ago, gastronomic language was barely present on our menus. Now, Lisbon is celebrating its produce and flavors on a whole new level.” SANTA JOANA’S SIGNATURE DISHES A tribute to traditional flavors, the standout dishes include Grilled Chicken with Pica Pau Sauce, Grilled Alentejo Pork Presa with Pickled Turnip & Roasted Walnut Sauce, Chickpea Fritters, Smoked Pork Chouriço, and Mussels from Sagres—all reflecting Portugal’s exceptional ingredients and culinary craftsmanship. 3 DISTINCT BARS CURATED WITH SPIRITLAND Santa Joana is more than just a restaurant—it’s also an ideal destination for parties, thanks to three uniquely designed bar spaces developed in collaboration with music and culture specialists Spiritland. It even hosted the Lisbon Art Weekend opening party, where an expat-heavy crowd transformed the atmosphere into something that felt distinctly New York. Upstairs, Bar Joana boasts an exciting wine selection, while O Pequeno, on the ground floor, stands out for its champagne and signature martini service. The cocktail menu features bold creations such as the Red Pepper & Tomato, made with ginjinha, red pepper, sun-dried tomato, and citrus, and the Apricot & Oolong, a whisky-based punch with apricot, oolong tea, fenugreek, and oat milk. A DESIGN ROOTED IN HISTORY Housed in a former monastery, Santa Joana’s interior is a tribute to Lisbon’s layered past. The space retains its original stonework and 17th-century architectural details, seamlessly integrated into a design-forward setting by the renowned studio Lázaro Rosa-Violán. The restaurant’s walls feature works by textile artist Carolina Vaz, Portuguese design studio Pareidólia, and ceramics atelier Grauo Cerâmica—each piece inspired by the building’s history and the archaeological discoveries made on-site.
- DESIGN & INTERIORS | Yuzu Magazine
January 2025 | DESIGN & INTERIORS TR BELOW a GATEWAY to the FUTURE: R A I M words Alp Tekin photos Namsun Lee Melike Altınışık Architects (MAA)’s project, the Seoul Robot and Artificial Intelligence Museum (RAIM), which won the international competition launched by the Seoul Metropolitan Municipality in 2019, opened last year. As the world’s first pioneering Robot and Artificial Intelligence Museum, RAIM is located in Chang-dong Sanggye, northeast of Seoul, and serves as a science and culture hub for the Fourth Industrial Revolution. MAA’s founder, Melike Altınışık, shares insights into the design and construction phases of this exciting project. What were your top five priorities in developing the design vision for RAIM? The design manifesto we developed for RAIM was centered on creating a unique architectural language based on smart design and construction methodologies, aiming to inspire robots, artificial intelligence technologies, and visitors. Our first priority was innovation, as the museum needed to be a platform showcasing the latest advancements in robotics and AI technologies. Secondly, interaction was a key focus. With this perspective, RAIM can be described as a living exhibition space that houses the intelligent technologies it displays. Our third priority was sustainability. In this context, designing in harmony with the natural landscape and using eco-friendly materials was crucial. The curved solar panels integrated into RAIM’s roof play a significant role in this. These panels not only enhance the fluidity of the architectural form aesthetically but also increase energy efficiency, contributing to the building’s sustainability. By incorporating these solar panels, the museum reduces its environmental impact and adopts an innovative approach to meeting its energy needs. The fourth priority was accessibility. We designed the museum to be easily accessible to visitors of all ages and abilities. At RAIM, the visitor experience begins with welcoming robots greeting guests at the entrance. Functions like ticket offices, a café, and a shop on the ground floor ensure continuity between the indoor and outdoor spaces. At the museum’s core is a vertical exhibition tunnel accessed by an escalator, designed as a threshold that blurs the sharp boundary between the world we live in and the world of AI technologies. Finally, education was an essential element. We aimed to support the learning process by creating educational spaces that provide visitors with insights into science and technology. This way, visitors don’t just observe but become part of these technologies. The interactive exhibits in the museum allow visitors to experience how humans and AI can work and create together. In short, we envisioned the museum as an ever-evolving entity, placing this transformation at the center of its design. In addition to showcasing the past, we created a space that reflects the new and the future. THE MUSEUM ITSELF AS AN EXHIBIT The architectural form of RAIM is more than just an outer shell; it’s also part of the museum’s narrative. What is the story behind it? Designing a museum is about more than just creating a physical structure. You must craft a narrative that shapes the visitor experience. At MAA, when designing a museum, our goal is for the space to serve not only as an exhibition area but also as an experiential zone that interacts with its visitors. How does the museum dialogue with the works it exhibits? How do visitors engage with the exhibits? These questions were central to our design process. The first key element was envisioning the museum itself as both an exhibit and a narrative component. To achieve this, we designed the architectural form and interior layout to align with the exhibited theme. RAIM’s global, directionless form is characterized by a fluid and organic architectural aesthetic, designed to harmonize with the advanced technologies it houses. The building’s organic surface integrates the public space into the interior while regulating pedestrian and vehicular traffic and creating transitional areas. Constructed using robotic construction techniques and AI-based design processes, the museum demonstrates its ability to adapt to changing technologies and evolve over time. The dialogue between contemporary architectural expression and technological innovation forms the foundation of RAIM’s design philosophy. This architectural design, reflecting the fluidity and dynamism of robotics and AI technologies, ensures continuous interaction between the innovative form and the technologies displayed within. AI IS TRANSFORMING DESIGN PROCESSES What were the advantages and challenges during the construction of RAIM? The museum was designed and built using advanced AI tools and Building Information Modeling (BIM) technology to ensure high precision in both the design and construction phases. Off-Site Construction (OSC) methods were employed to efficiently and accurately realize the complex, non-linear forms of the structure. The fluid, global design of the façade was achieved through a combination of digital manufacturing and reverse engineering techniques. Laser CNC machining and robotic welding techniques used during construction enabled the façade elements to be produced with minimal error and high precision. RAIM is considered a harbinger of a new era in museum design and cultural engagement. What does this new era mean for architectural understanding, according to MAA? At MAA, we foresee that architectural understanding in this new era will become more interactive and dynamic. The integration of robotics and AI applications into architectural processes will lead to innovative designs. AI has the potential to transform our architectural design processes, and at Melike Altınışık Architects, we actively use this technology in our projects. Generative design tools allow us to produce countless solutions based on set parameters, taking our creativity to new levels. As MAA, we place great importance on creating a dialogue between nature, technology, and humanity. AI not only enables us to develop creative and efficient designs but also contributes to our interactive design processes. By adapting to user feedback and environmental changes, it facilitates these interactive processes. Will AI reduce human labor in architecture? As AI and robotics gain prominence in architecture, some tasks may transition to automation. However, this doesn’t mean human labor will disappear entirely. Human creativity and idea generation will always remain critical. In the future, we expect a hybrid model where human and machine labor work together. While humans focus on creative processes, robots can take on repetitive or hazardous tasks, increasing efficiency. GELECEĞE AÇILAN KAPI: R A I M Melike Altınışık Architects’in (MAA) 2019’da Seul Büyükşehir Belediyesi tarafından açılan uluslararası yarışmayı kazanan projesi Seul Robot ve Yapay Zekâ Müzesi’(RAIM), geçtiğimiz yıl açıldı. Dünyanın ilk öncü Robot ve Yapay Zekâ Müzesi olan RAIM, Seul’un kuzeydoğusunda, Chang-dong Sanggye bölgesinde, 4. Endüstri Devrimi için bir üs olarak hizmet verecek bir bilim ve kültür merkezi. Bu heyecan verici projenin tasarım ve yapım aşamasını MAA’in kurucusu Melike Altınışık anlatıyor… RAIM için geliştirilen tasarım vizyonundaki ilk 5 önceliğiniz nelerdi? RAIM için geliştirdiğimiz tasarım manifestosu; robotlar, yapay zekâ teknolojileri ve ziyaretçiler için ilham verici bir dünya yaratmayı amaçlayan, akıllı tasarım ve yapım metodolojilerine dayalı özgün bir mimari dil oluşturmaktı. Bu bağlamda ilk önceliğimiz inovasyondu. Çünkü müze, robotik ve yapay zekâ teknolojilerinin son gelişmelerini sergileyen bir platform olmalıydı. İkinci olarak, etkileşim ön planda tutuldu. Bu bakış açısıyla RAIM, sergilediği akıllı teknolojileri bünyesinde barındıran yaşayan bir sergi mekânı olarak tanımlanabilir. Üçüncü önceliğimiz ise sürdürülebilirlikti. Bu bağlamda, doğal peyzajla uyumlu bir tasarım ve çevre dostu malzemelerin kullanımı büyük önem taşıdı. RAIM’in çatısında yer alan eğrisel formla uyumlu güneş panelleri de bunda önemli bir rol oynuyor. Bu güneş panelleri hem estetik açıdan mimari formun akışkanlığını destekliyor hem de enerji verimliliğini artırarak yapının sürdürülebilirliğine katkıda bulunuyor. Güneş panellerinin bütünleştirilmesi müzenin enerji ihtiyacını karşılamaya yardımcı olurken, çevresel etkileri azaltmak için yenilikçi bir yaklaşım sunuyor. Dördüncüsü, erişilebilirlik. Her yaş ve yetenek grubundan ziyaretçinin müzeye rahatça ulaşabilmesi için tasarımı bu doğrultuda geliştirdik. RAIM’de ziyaretçi deneyimi girişte ziyaretçileri karşılayan misafirperver robotlarla başlıyor. Zemin kattaki karşılama, bilet gişeleri, kafe ve mağaza gibi işlevler dış ve iç alan arasında süreklilik sağlıyor. RAIM’in merkezinde bulunan yürüyen merdivenle erişilen dikey sergi tüneli ise bu dünya ile yapay zekâ teknolojileri dünyası arasındaki keskin sınırı bulanıklaştıran bir eşik olarak tasarlandı. Son olarak eğitim unsuru da önemli bir yere sahip. Ziyaretçilere bilim ve teknoloji hakkında bilgi verecek eğitim alanları oluşturarak öğrenme süreçlerini desteklemeyi amaçladık. Bu sayede ziyaretçiler sadece gözlemci değil, bu teknolojilerin bir parçası haline geliyor. Müzede yer alan etkileşimli sergiler, yapay zekâ ile insanların birlikte nasıl çalışıp yaratabileceğini deneyimlemelerine imkân tanıyor. Kısacası tasarımımızla müzeyi sürekli gelişen bir varlık olarak kurguladık ve bu değişimi tasarımın merkezine aldık. Eski olanı sergilemenin yanı sıra yeniyi ve geleceği yansıtan bir alan oluşturduk. MÜZENİN KENDİSİ DE BİR SERGİ NESNESİ RAIM’in mimari formu bir dış kabuk olmasının ötesinde aynı zamanda müze anlatısının bir parçası. Buradaki anlatı nedir? Müze tasarımı sadece fiziksel yapı yaratmaktan çok daha fazlasıdır. Ziyaretçilerin deneyimlerini şekillendiren bir anlatı oluşturmalısınız. MAA olarak bir müze tasarlarken mekânın sadece bir sergi alanı değil, ziyaretçilerle etkileşime giren bir deneyim alanı olmasını hedefledik. Müze, sergilenen eserlerle nasıl bir diyalog kuruyor? Ziyaretçiler, sergiye nasıl dahil oluyorl? Bu sorular, tasarım sürecimizin merkezinde yer aldı. İlk önemli unsur, müzenin kendisinin de bir sergi nesnesi ve bir anlatı unsuru olarak düşünülmesi. Bunu sağlamak için yapının mimari formu ve iç mekân kurgusunu sergilenen temaya uygun şekilde tasarlarız. Müzenin küresel ve yönsüz formu, akışkan ve organik bir mimari estetikle karakterize edilerek müzenin içinde barındırdığı ileri teknolojilerle uyumlu tasarlandı. Bina yüzeyinin organik formu, peyzajla birlikte kamusal alanı iç mekâna entegre ederken, yaya ve araç trafiğini düzenliyor ve ara mekânlar oluşturuyor. Bina, robotik inşaat teknikleri ve yapay zekâ tabanlı tasarım süreçleriyle oluşturuldu. Bu, müzenin kendisinin de değişen teknolojiye uyum sağladığını ve zamanla dönüşebileceğini gösteriyor. Bu çağdaş mimari ifade ile teknolojik yenilik arasındaki diyalog, RAIM’in tasarım felsefesinin temelini oluşturuyor. Robotik ve yapay zekâ teknolojilerinin akışkanlığı ve dinamizmini yansıtan bu mimari tasarım, yenilikçi formuyla içinde sergilenen teknolojiler arasında sürekli bir etkileşim sağlıyor. YAPAY ZEKA TASARIM SÜREÇLERİNİ DÖNÜŞTÜRÜYOR RAIM’in inşası sırasında avantaj ve dezavantajlar nelerdi? Müze, hem tasarım hem de yapım aşamasında yüksek hassasiyet sağlamak amacıyla yapay zeka araçlarından öte Akıllı Bina Bilgi Modellemesi (Building Information Modeling - BIM) teknolojisi kullanılarak tasarlanıp inşa edildi. Yapının karmaşık ve doğrusal olmayan formlarının verimli ve yüksek kaliteli bir şekilde gerçekleştirilmesi için Saha Dışı İnşaat (Off-Site Construction- OSC) yöntemleri kullanıldı. Dış cephenin akışkan, küresel tasarımı dijital üretim ve tersine mühendislik yöntemlerinin birleşimiyle elde edildi. İnşaat sürecinde kullanılan lazer CNC işleme ve robot kaynak teknikleri, cephe elemanlarının minimal hata ve yüksek hassasiyetle üretilmesini sağladı. RAIM, müze tasarımı ve kültürel katılımda yeni bir çağın haberci olarak görülüyor. Yeni bir çağ derken, MAA olarak sizce bu yeni çağın mimari anlayışı nereye doğru evrilecek? MAA olarak bu yeni dönemde mimari anlayışın daha fazla etkileşimli ve dinamik hale geleceğini öngörüyoruz. Robot ve yapay zekâ uygulamalarının mimarlık süreçlerine entegrasyonu ise yenilikçi tasarımların ortaya çıkmasını sağlayacak. Yapay zekâ, mimari tasarım süreçlerimizi dönüştürme gücüne sahip ve Melike Altınışık Architects olarak bizler bu teknolojiyi projelerimizde etkin bir şekilde kullanıyoruz. Generatif tasarım araçları sayesinde, belirlediğimiz parametreler doğrultusunda sayısız çözüm üretme ve yaratıcılığımızı yeni bir seviyeye taşıma fırsatına sahibiz. MAA olarak doğa, teknoloji ve insan arasında bir diyalog yaratmaya önem veriyoruz. Yapay zekâ, sadece yaratıcı ve verimli tasarımlar geliştirmekle kalmıyor, aynı zamanda etkileşimli tasarım süreçlerimize de katkı sağlıyor. Kullanıcı geri bildirimleri ve çevresel değişikliklere uyum sağlayarak bu etkileşimli süreçleri mümkün kılıyor. Yeni çağda yapay zekâ ve robotların mimarlık sektöründe de katılımının ağırlık kazanacağı düşünülürse, sizce insan iş gücü azalacak mı? Yapay zekâ ve robotların mimarlık sektöründeki rolünün artması bazı görevlerin otomasyona geçmesine neden olabilir. Ancak bu durum insan iş gücünün tamamen ortadan kalkacağı anlamına gelmiyor. İnsan yaratıcılığı ve fikir üretimi her zaman kritik öneme sahip olacak. Gelecekte insan ve makine iş gücünün birlikte çalıştığı hibrit bir modelin yaygınlaşmasını bekliyorum. İnsanlar yaratıcı süreçlerde yer alırken, robotlar tekrarlayan veya tehlikeli görevleri üstlenerek verimliliği artırabilir.
- ART & CULTURE | Yuzu Magazine
December 2024 | Art & Culture FOR TURKISH RALPH PUCCI’s MIAMI MOMENT: a SHOWCASE of BOLD DESIGN words Matteo Pazzagli A Quick Reminder for Those Who Might Have Missed It During the Art Basel Miami Rush: RALPH PUCCI, during Art Basel Miami Beach, unveiled Primal Mysteries—its first in-house collection in nearly a decade. If you missed the buzz, the exhibition continues at the brand’s striking new 10,000-square-foot gallery in Wynwood, which opened in December 2023. The gallery features fresh creations by the studio’s Manhattan-based sculptors, alongside vibrant contributions from collaborators Marjorie Salvaterra and Patrick Naggar. A JOURNEY TO THE ROOTS OF CREATIVITY Primal Mysteries is more than a furniture collection—it’s a homage to the timeless essence of art. Drawing inspiration from modernist masters like Giacometti and Brancusi while paying tribute to ancient cultural expressions, the pieces exude a raw, handcrafted energy. The focus? Sculptural lighting and tables that are grounded yet refined. Each piece is crafted by hand at RALPH PUCCI’s Manhattan studio. Standouts like the Giant Mask and Primal Chandelier offer a refreshing antidote to today’s overly digital world with their tactile, earthy vibe. MARJORIE SALVATERRA California-based photographer Marjorie Salvaterra, known for her ability to explore the multifaceted roles demanded of women through black-and-white imagery, surprises with Sheila in Technicolor. This surreal series drenched in bold, commanding hues delves into the complexities and contradictions of modern womanhood. PATRICK NAGGAR A longtime RALPH PUCCI collaborator, Patrick Naggar once again demonstrates why he’s a design icon. Known for blending historical and cultural references with modern aesthetics, Naggar’s contributions include fresh tones for his Amalfi and Positano chairs, alongside elegant new designs like the Floral Chandelier and Twisted Stem Wall Sconces.
- URBAN | Yuzu Magazine
November 2024 | Urban TURKISH BELOW NOTES FROM the LISBON-ISTANBUL ROUTE words & photos Onur Baştürk The Kissaten photos Charlie McKay As soon as I touch down in Lisbon—a city, like Istanbul, built on seven hills (see also: Rome)—I dive straight into an art tour. The purpose of my visit is clear: Lisbon Art Weekend (aka LAW). Plus, I’m ridiculously lucky to have an incredible guide by my side: Armanda Ribeiro, founder of the PR & communication agency O-Apartamento, who is faster than me and has organized everything to perfection. LAW, held every November, isn’t your typical art fair. It’s a citywide “long weekend” event running from Thursday to Sunday. Each corner of Lisbon hosts something different—exhibitions, art talks, or events in galleries and art spaces. The challenge (and fun) is deciding which ones to catch. And here’s the best part: as you explore unfamiliar neighborhoods, you stop feeling like a tourist and start living like a local. For instance, I discovered Marvila, an up-and-coming area home to architecture studios and new art galleries, including Kubik Gallery. I also stumbled upon Alvalade, where Fundação Leal Rios and Appleton Gallery are located. During LAW, I not only got to uncover Lisbon’s neighborhoods but also had the chance to experience its newest hotel: Locke de Santa Joana. Now, Locke Hotels are not your standard hotels. Let me remind you of their famous motto: “Designed not just to stay in, but to live in.” And they mean it. The rooms are both spacious and comfortable, featuring lifesaving amenities for frequent travelers, like a well-equipped kitchen and washer/dryer. Locke’s Lisbon location spans four different buildings, and I’ll admit, I got lost twice navigating its labyrinth-like blocks on my first day! I also loved Locke’s whiskey bar, The Kissaten, and its restaurant, Santa Joana, for two reasons: the vinyl records playing at The Kissaten were fantastic, and almost every dish I tried at Santa Joana was delicious! The menu was crafted under the direction of renowned chef Nuno Mendes, a pioneer of modern gastronomy, whose culinary vision is deeply inspired by Iberian and Japanese cultures. The tuna dish we had to close out the night? Unforgettable. AN UNEXPECTED TWIST AT CLUBHOUSE But my Lisbon notes don’t end here. More in Part 2 of this story... Now, let’s jump to the other city of seven hills: Istanbul. My first impressions start with the city’s much-talked-about new members-only club, Clubhouse. Positioned as a sort of local rival to Soho House, Clubhouse is, at its core, a chic gym. Yet, as one member joked, “I haven’t actually set foot in the gym yet.” Why? From what I’ve seen, most members prefer socializing in the lounge, which features strong spotlight-style ceiling lights that feel like car headlights beaming down on you—fun fact, I seem to be the only one bothered by this! Social clubs are shaped by their members, after all, so I wouldn’t be surprised if most of the space eventually transforms into restaurants and bars. However, the Clubhouse team pulled off an unexpected twist on Saturday night. They turned their basketball court into a mini AKM (Istanbul’s iconic cultural center) and hosted a concert with pianist Ece Dağıstan and cellist Jamal Aliyev. I couldn’t help but notice Aliyev’s uncanny resemblance to Kit Harington (aka Jon Snow) and their harmony as a duo, especially during one of my favorite pieces, The Umbrellas of Cherbourg. The evening didn’t end quietly, as you might expect. Instead, it peaked at Momo, with DJ Tankut Karakurt’s music fueling the energy. I’ll credit my Kundalini Yoga sessions for this burst of liveliness—but that’s a story for another time. Stay tuned for Lisbon-Istanbul Notes – Part 2. I insist you wait! LİZBON- İSTANBUL HATTINDAN NOTLAR İstanbul gibi yedi tepeli bir şehir olan (bakınız: Bir de Roma öyle) Lizbon’a iner inmez sanat turuna başlıyorum. Çünkü geliş amacım belli: Lisbon Art Weekend (kısa adıyla LAW). Ayrıca ultra şanslıyım, yanımda benden daha hızlı ve her şeyi inanılmaz özenle organize etmiş şahane biri var, pr&iletişim ajansı O-Apartamento kurucusu Armanda Ribeiro. Her yıl kasım ayında düzenlenen LAW bildiğimiz sanat fuarları gibi değil, tüm şehre yayılan, perşembeden pazara süren bir ‘long weekend’ etkinliği. Şehrin her köşesindeki galeri ya da sanat alanında farklı bir sergi, art talk ya da event oluyor. Artık hangisine yetişebilirseniz. Keza işin zevki de burada: Bilmediğiniz mahalleleri keşfederek turist olmaktan çıkıp tam bir lokal oluyorsunuz. Mesela Kubik Gallery’nin de yer aldığı, mimarlık ofisi ve yeni sanat galerileriyle yükselişte olan Marvila’yı bu sayede keşfettim. Ya da Fundação Leal Rios ve Appleton Galeri’nin bulunduğu Alvalade’yi… LAW sırasında şehrin mahallelerini keşfetmek kadar en yeni otelini deneyimleme şansım da oldu: Locke de Santa Joana. Malum, Locke Otelleri bildik otellerden farklı. Meşhur mottolarını hatırlatayım, “Sadece uyumak için değil, içinde yaşamak için yapılmış bir otel”. Gerçekten dedikleri kadar var. Odalar hem rahat ve geniş hem de donanımlı bir mutfak, çamaşır/kurutma makinesi gibi sıkça seyahat edenlerin çok seveceği hayat kurtaran ayrıntılara sahip. Locke’un Lizbon’daki oteli dört farklı binadan oluşuyor ve itiraf ediyorum, ilk gün labirent gibi bloklar arasında iki kere kayboldum! Locke’un viski barı The Kissaten ve Santa Joana restoranını ise şu iki açıdan sevdim: The Kissaten’de çalan plaklar harikaydı, Santa Joana’nın ise neredeyse tattığım her tabağı lezizdi! Çünkü restoranın menüsü Iber ve Japon kültüründen derinden etkilenmiş, modern gastronominin öncülerinden ünlü şef Nuno Mendes’in direktörlüğünde hazırlanmıştı. Özellikle tunalı son tabağımız unutulmazdı! CLUBHOUSE’DAN TERS KÖŞE Lizbon notları elbette burada bitmiyor. Devamı bu yazının ikinci kısmında olacak… Şimdi sıra diğer yedi tepelide, yani İstanbul notlarında. İlk izlenim, şehrin son dönem çok konuşulan üyelikli kulübü Clubhouse’dan. Soho House’un bir bakıma lokal rakibi olmaya soyunan Clubhouse aslında özünde şık bir spor salonu. Ama bir üyenin esprili bir dille aktardığı gibi, “Henüz spor salonuna gitmişliğim yok”. Nitekim gördüğüm kadarıyla çoğu üye, kulübün araba farı stili bir tavan aydınlatmasına sahip olan (benden başka bu spotlardan şikayet edeni görmedim, o da ayrı!) lounge alanında sosyalleşmeyi daha çok seviyor. Sonuçta sosyal kulüpler böyledir, her şeyi oraya gidenler insanlar şekillendirir. Bu nedenle bir süre sonra buradaki alanların çoğu restoran-bar olursa şaşırmam! Ama CH ekibi cumartesi gecesi ters köşe bir şey yaptı. Basketbol sahasını mini bir AKM’ye dönüştürdüler ve burada piyanist Ece Dağıstan ile çellist Jamal Aliyev bir konser verdi. Jamal Aliyev’in Kit Harington’a (namı diğer Jon Snow) olan benzerliğine ve ikili arasındaki uyuma (özellikle de pek sevdiğim The Umbrellas of Cherbourg’u çalarken) dikkat kesildiğim gecenin sonu beklendiği gibi sakin değil, tam aksine Momo’da, dj Tankut Karakurt’un müziklerinde coşarak sona erdi. Bu taşkın enerjimi de son zamanlardaki Kundalini Yoga seanslarımın hararetine bağlıyorum -ki o da ayrı hikâye… Neyse, Lizbon-İstanbul Notları-Kısım 2 yakında. Israrla bekleyiniz.
- DESIGN & INTERIORS | Yuzu Magazine
July 2024 | Design & Interıors | Vol 13 TR BELOW THE SECRET OF MEDITERRANEAN GARDENS words Onur Baştürk photos Alexander Warren-Gash If I asked you what is the essence of Mediterranean life, what would you say? Comfort, for example? The long summers? Or the magnificent sea? Actually, it comes down to one thing: the outdoor lifestyle. That is the essence of being Mediterranean. It's what Mashamba Garden & Terrace Design in Mallorca is all about, designing unique gardens and outdoor living spaces. Now let's listen to what Jennifer and Alexander Warren-Gash, founders of Mashamba, have to say about creating a Mediterranean garden... Mashamba Design was born in Mallorca. But I think there's a prequel. Alexander's love for nature and the years he spent in Africa and Costa Rica. How did it all start, Alexander? You are absolutely right! Costa Rica is synonymous with nature, but my love for the outdoors really began in Africa. I spent much of my childhood there. My father is perhaps one of the last great British eccentrics. In the office he was a highly respected ambassador. But out of the office he was traipsing through the jungle with a butterfly net. His passion for discovering new species of butterflies took him to many remote and exotic locations. I was lucky enough to accompany him on these adventures, going on my first expedition to Cameroon when I was 12 years old. And while my father was largely oblivious to anything that wasn't a butterfly, I was acutely aware of the beauty of nature all around me - including the lions, elephants and buffalo! Jennifer, how did you two meet? What is your division of labor in Mashamba? Alexander and I met on a blind date in Costa Rica and we've been inseparable ever since. We started working together at Mashamba when we moved to Mallorca. While Alexander is in charge of the gardens, I focus on creating magical outdoor living spaces. Curating outdoor art and designing terraces, outdoor kitchens and pool areas is my specialty. Sometimes Alexander and I work on the same projects, but my work also includes urban homes or penthouse roof terraces. What is your idea of a Mediterranean garden? The first plants most people think of are bougainvillea, lavender and olives. What about cacti and succulents that require less water? We are blessed in the Mediterranean with so many fantastic and diverse plants. Cacti and succulents are a great sustainable option, but really any native Mediterranean plant is drought tolerant by default. We like to mix cacti and succulents with native and other drought-tolerant plants to create arid gardens that require minimal watering. Beautiful flowering plants such as gaura, delosperna, echium, and bulbinella create lush and green eco-friendly gardens. But really, for us, the idea of a Mediterranean garden goes beyond the plants; it's a place you want to spend time in. You say that "outdoor living is the essence of Mediterranean living". Indeed it is. So what are your favorite plants in Mediterranean gardens? Funnily enough, plants are not the first thing we look at when we design. Although they are an important part of the garden, they are almost an afterthought. For us, the key to a good design is determining the flow of the space and incorporating all of the client's wants and needs. We ask questions like, where's the best place for a hidden seating area? How do we connect it to the house and the rest of the garden? What's the best vantage point for the mountain view and how can we take our clients there? It's only after the flow is decided that we start thinking about how plants fit into the design. Having said that, I have a few favorites that make it into most of our gardens. Gaura with its white or pink flowers. Rosemary clipped into clouds or hanging down walls, and Olives. Our own garden is full of these three because they are beautiful, easy to care for and require little water. Do you design gardens according to your clients' wishes or do you, like Mashamba, follow a particular style? Every garden we create is our best effort to interpret the client's dream. We consider the seasons they'll be visiting, their favorite plants and colors. How they'll use the garden and what features they'd like to include, such as an outdoor kitchen, petanque court, water fountain or even a large sculpture. Most of our clients choose Mashamba because they already know our style. Something we are well known for is our aromatic lawns. We mix ornamental grasses like Stipa and Pennisetum with perennial flowers like Gaura and Perovskia to create layers of color, texture and scent. Our designs can range from modern to wildly romantic to classic Mediterranean, but there's something distinctively Mashamba about them all. We like to call it relaxed elegance. What is the garden design you have done in the last few years that you liked the most? I do have a favorite garden, but it would be unprofessional of me to say which one! What I can say is that my favorite gardens inspire you to get outside to both explore and enjoy and to disconnect and be present. What gets you outside can be something as simple as a bench set up to take in the view. Or it can be something more magical, like a dining table set in the dappled light of an old carob tree. Another favorite aspect of our gardens is that they appeal to the senses. The sound of swaying grasses, the scent of jasmine, brushing against a soft-leafed plant, a riot of color, picking and eating an orange. What are the 5 essential plants for a good garden design? Most of our designs include a feature olive tree, old and gnarled, and plants like rosemary, agave and gaura. We also believe that every Mediterranean garden should have citrus, and we include at least one lemon tree in all of our gardens. What is the secret to a healthy garden? The real secret to a healthy garden is both soil preparation and appropriate watering. With these two ingredients - and assuming the plant selection is suitable for the climate - the garden will most likely thrive. The difference between planting in quality topsoil and existing soil can be enormous. We always recommend prioritizing spending on soil preparation over buying larger plants. A smaller plant in top soil will quickly outgrow a larger plant in poor soil. Alexander, is it hard to design cloud gardens? Designing cloud gardens is easy. The hard part is having the patience to wait for the cloud formations to take effect. The classic cloud garden consists of a single plant species formed into large organic shapes - much like a cloud. Our Mediterranean version differs from the classic design because we use a mix of species to create cloud banks with different textures and colors. We typically use two to three shrubs, such as rosemary, teucrium and lentiscus, and plant each variety in groups of three to five. With lots of pruning, they form a cloud garden in about a year. One of the great things about a cloud garden is that they are evergreen all year round. S ize Akdenizli yaşamın esas özünü sorsam nasıl bir yanıt verirdiniz? Mesela rahatlık mı? Uzun yazlar mı? Yoksa muhteşem deniz mi? Aslında tüm bunların hepsi tek bir şeye bağlanıyor: Açık hava yaşam tarzına. Akdenizli olmanın esas özü bu. Mallorca’daki Mashamba Garden & Terrace Design da işte bu fikirden hareket ederek benzersiz bahçe ve açık hava yaşam alanları tasarlıyor. Şimdi Mashamba’nın kurucuları Jennifer ve Alexander Warren-Gash’ın Akdenizli bahçe tasarımına dair söylediklerine kulak verelim… Mashamba Design’ın ortaya çıktığı yer Mallorca. Ama bir de öncesi var. Alexander’ın doğaya duyduğu sevgi, Afrika ve Kosta Rika’da geçirdiği yıllar. Her şey nasıl başladı Alexander? Çok haklısınız! Kosta Rika doğa ile eşanlamlıdır. Ama benim doğaya olan aşkım aslında Afrika'da başladı. Çocukluğumun büyük bir kısmını orada geçirdim. Babam belki de son büyük İngiliz eksantriklerinden biriydi. Çok saygı duyulan bir büyükelçiydi. Ama ofisinin dışında elinde bir kelebek ağıyla ormanda gezinirdi. Yeni kelebek türleri keşfetme tutkusu onu birçok uzak ve egzotik yere götürdü. Bu maceralarda ona eşlik edecek kadar şanslıydım. 12 yaşındayken Kamerun'a ilk keşif gezime gittim. Babam kelebek olmayan her şeyden büyük ölçüde habersizken, ben etrafımdaki doğanın son derece farkındaydım! Jennifer, Alexander’la nasıl bir araya geldiniz? Mashamba’daki iş bölümünüz nasıl? Alexander’la Kosta Rika'da bir ‘blind date’de tanıştık ve o zamandan beri ayrılmaz bir ikiliyiz. Mallorca'ya taşındıktan sonra Mashamba'da birlikte çalışmaya başladık. Alexander bahçelerden sorumlu, ben muhteşem açık hava alanları yaratmaya odaklanıyorum. Teraslar, açık hava mutfakları ve havuz alanları tasarlamak uzmanlık alanım. Bazen Alexander’la aynı proje üzerinde çalışıyoruz. Ancak benim işim aynı zamanda şehirdeki evleri ya da çatı katı teraslarını da içeriyor. Bir Akdeniz bahçesine dair vizyonunuz nedir? Çoğu kişinin aklına ilk gelen bitkiler begonvil, lavanta ve zeytin oluyor. Mesela daha az su gerektiren kaktüs ve sukulentlerle aranız nasıl? Akdeniz'de çok sayıda harika bitkiyle kutsanmış durumdayız. Kaktüs ve sukulentler en sürdürülebilir seçenek. Çünkü kuraklığa karşı daha toleranslılar. Minimum sulama gerektiren kuru bahçeler oluşturmak için kaktüs ve sukulentleri lokal ve yine kuraklığa dayanıklı bitkilerle karıştırmayı seviyoruz. Mesela Gaura, Delosperna, Echium ve Bulbinella gibi güzel çiçekli bitkiler… Ama bizim için Akdeniz bahçesi fikri bitkilerin de ötesinde, içinde vakit geçirmek isteyeceğiniz bir yer. “Açık hava yaşamı Akdeniz tarzı yaşamın özü” diyorsunuz. Gerçekten de öyle. Peki Akdeniz tarzı bahçelerde en sevdiğiniz bitkiler hangileri? İlginç gelebilir ama bahçe tasarımı yaparken ilk baktığımız şey bitkiler değil! Bahçenin önemli bir parçası olmalarına rağmen neredeyse sonradan aklımıza geliyor. Bizim için iyi bir tasarımın anahtarı, alanın akışını belirlemek ve müşterinin istek ve ihtiyaçlarını dahil etmek. Kendimize şunun gibi sorular soruyoruz: Gizli bir oturma alanı için en iyi yer neresi? Bu alanı eve ve bahçenin geri kalanına nasıl bağlayacağız? Dağ manzarasını izlemek için en iyi bakış açısı nedir ve müşterilerimizi oraya nasıl yönlendirebiliriz? Akışa karar verdikten sonra bitkilerin tasarıma nasıl uyum sağlayacağını düşünmeye başlıyoruz. Ama elbette bahçelerimizin çoğunda yer alan birkaç favorimiz var. Beyaz-pembe çiçekleriyle Gaura. Bulutlar halinde kırpılmış ya da duvarlardan aşağı doğru uzanan biberiye ve zeytinler. Kendi bahçemiz bu üçüyle dolu. Çünkü güzeller, bakımları kolay ve az su istiyorlar. Müşterilerin taleplerine göre mi bahçe tasarlıyorsunuz yoksa Mashamba olarak belli bir stili mi uyguluyorsunuz? Yarattığımız her bahçede müşterinin hayalini yorumlamak için çabalıyoruz. Yılın hangi zamanlarında bahçeyi ziyaret edeceklerini, en sevdikleri bitkileri ve renkleri göz önünde bulunduruyoruz. Bahçeyi nasıl kullanacaklarını, açık hava mutfağını, péntanque sahasını, su çeşmesini ve hatta büyük bir heykel gibi istedikleri özellikleri göz önünde bulunduruyoruz. Bizi seçiyorlar, çünkü tarzımızı biliyorlar. Oldukça iyi bildiğimiz bir şey de aromatik tarlamız. Stipas ve Pennisetum gibi süs otlarını Gaura ve Perovskia gibi çok yıllık çiçeklerle karıştırarak renk, doku ve koku katmanları oluşturuyoruz. Tasarımlarımız modernden çılgın romantiğe ve klasik Akdeniz'e kadar çeşitlilik gösteriyor. Ama hepsinde Mashamba'ya özgü bir şey var. Biz buna ‘rahat şıklık’ demeyi seviyoruz. Son yıllarda tasarladığınız ve en çok hoşunuza giden bahçe tasarımı hangisiydi? Favori bir bahçem var, ama hangisi olduğunu söylemem profesyonelce olmaz! Söyleyebileceğim tek şey, favori bahçelerimin hem keşfetmek ve eğlenmek hem de dışarı çıkmanıza ilham veriyor olması. Sizi dışarı çıkaran şey, manzarayı seyretmek için yerleştirilmiş bir bank gibi basit bir şey olabilir. Ya da yaşlı bir keçiboynuzu ağacının gölgeli ışığına yerleştirilmiş bir yemek masası gibi daha büyülü bir şey de olabilir. Bahçelerimizin bir diğer favori yönü de duyulara hitap etmesi. Sallanan çimlerin sesi, yasemin kokusu, yumuşak yapraklı bir bitkiye sürtünmek… İyi bir bahçe tasarımı için mutlaka olması gereken 5 bitki sizce hangisi? Tasarımlarımızın çoğunda asırlık ve budaklı bir zeytin ağacı ile biberiye, agave ve gaura gibi bitkiler yer alır. Ayrıca her Akdeniz bahçesinde narenciye olması gerektiğine inanıyoruz ve tüm bahçelerimizde en az bir limon ağacına yer veriyoruz. Sağlıklı bir bahçenin sırrı nedir? Sağlıklı bir bahçenin gerçek sırrı hem zemin hazırlığı hem de uygun miktarda sulama. Bu iki bileşen ve bitki seçiminin iklime uygun olması halinde bahçe gelişir. Kaliteli bir üst toprağa ekim yapmakla mevcut toprağa ekim yapmak arasındaki fark da çok büyük. Daha büyük bitkiler satın almak yerine zemin hazırlığına öncelik vermenizi öneririz. Üst topraktaki daha küçük bitki, zayıf topraktaki daha büyük bitkiyi kısa sürede geçebilir. Alexander, bulut bahçelerini tasarlamak zor mu? Aslında kolay. Zor olan kısım, bulut oluşumlarının etkisini göstermesini beklerken gereken sabır. Klasik bulut bahçesi, tıpkı bir bulut gibi büyük organik şekiller oluşturan tek bir bitki türünden yapılır. Bizim Akdeniz versiyonumuz klasik tasarımdan farklı. Çünkü farklı doku ve renklere sahip bulut kümeleri ekleyerek türlerin karışımını kullanıyoruz. Genellikle biberiye, Teucrium ve Lentiscus gibi iki ya da üç çalı kullanıyoruz. Her çeşidi üç ila beşli gruplar halinde dikiyoruz. Bol budama ile yaklaşık bir yıl içinde bir bulut bahçesi oluşuyor. Bir bulut bahçesinin en büyük avantajlarından biri, hep yeşil olması. for more Print VOL XIII - AEGEAN & MEDITERRANEAN EDITION 590,00₺ Price Add to Cart
- URBAN | Yuzu Magazine
September 2024 | Urban ENGLISH BELOW CRAFT WEEK, BİR MİLYONLUK LOCA ve DOMO words Onur Baştürk İstanbul’un son dönemdeki en şık hareketliliği Les Benjamins kurucusu Bünyamin Aydın’dan geldi. Japonya’da kaldığı iki aylık süre boyunca ülkenin önde gelen zanaatkârlarıyla tanışma şansı bulan Bünyamin, seyahat dönüşünde Craft Week’i yapmaya karar vermiş. Uzun bir hazırlık sürecinden sonra geçtiğimiz perşembe Craft Week’in ilkini şef Somer Sivrioğlu’nun restoranı Efendy’de yapılan yemekle açtı Bünyamin. O gece Efendy’ye gittiğimde içeride tamamen Japonya’dan gelen konuklar vardı. Japon zanaatkârlar, gazeteciler, dj’ler… İçlerinde en merak ettiğim kişi ise Kyoto’daki Ryosoku-in tapınağının baş rahip yardımcısı Toryo Ito idi. Zen felsefesini yaratıcı fikirlerle birleştiren Toryo, ertesi gün Soho House’da bir meditasyon seansı da yaptı. *** Yaz bitti, bitiyor. Yazlık yerlerde son artık son demler. Fethiye’deki Yazz Collective geçen yıl kapanış kıvamında bir Despina Vandi konseri yapmıştı. Bu yıl da aynı geleneği bir başka Yunan starla, Konstantinos Argiros konseriyle sürdürüyor. 28 eylüldeki yemekli konserin fiyatları dillerde. Fiyatlar 24 bin liradan başlayıp 62 bin liraya kadar yükseliyor. Açıkçası, Çeşme’deki Before Sunset’te 1 eylülde yapılan dj Black Coffee etkinliğindeki loca fiyatlarını duyduktan sonra Yazz’ın fiyatları çok pahalı gelmedi bana. Before Sunset’teki Black Coffee’deki localar 300 bin liradan başlayıp 800, 900 ve finalde 1 milyon liraya (C1 locası diye isimlendirilen dj arkası) kadar çıkıyordu! Arkadaşıma loca fiyatlarını gönderdikleri için biliyorum; o anda satılmayan tek loca olan 1 milyon liralık loca bile sonradan satılmış. Kısacası: Ülkenin küçük bir kesiminde çılgınca harcamaya müsait bir para var. Mekanlar da bu durumdan aynı çılgınlıkta yararlanıyor. *** Paros dönüşü uğradığım Atina’da çok güzel bir sürprizle karşılaştım: Republica ajansının sahibi Murat Patavi’nin Kolonaki’de açtığı Domo Design Gallery ile… Murat Patavi yaz başında Atina’da açtığı Domo’da tasarım ürünler sergileyip satıyor. Ekim başında Domo’da bir açılış partisi verecek olan Patavi, Atina’daki yaşam tarzına alışmış. Arada İstanbul’a gidip gelse de vaktinin çoğunu orada geçiriyor. Craft Week, one million concert and Domo The most stylish movement in Istanbul recently came from Bünyamin Aydın, the founder of the Les Benjamins brand. During his two-month stay in Japan, Bünyamin had the opportunity to meet the country's leading artisans and decided to organize the Craft Week. After a long preparation process, Bünyamin opened the first Craft Week last Thursday with a dinner at chef Somer Sivrioglu's Efendy restaurant. When I went to Efendy that night, there were guests from Japan. Japanese craftsmen, journalists, DJs... The person I was most curious about was Toryo Ito, the assistant head priest of Ryosoku-in Temple in Kyoto. Combining Zen philosophy with creative ideas, Toryo also held a meditation session at Soho House. *** Summer is over and coming to an end... Last year Yazz Collective organized a closing concert in Fethiye with Despina Vandi. This year they will continue the same tradition on September 28th with another Greek star, Konstantinos Argiros. The prices of the dinner concert are the talk of the town. Prices start at 24 thousand liras and go up to 62 thousand liras. To be honest, after hearing the prices of the seats at DJ Black Coffee's event at Before Sunset in Çeşme on September 1, Yazz's prices didn't seem too expensive to me. The boxes at the Black Coffee event at Before Sunset started at 300 thousand liras and went up to 800, 900 and finally 1 million liras (C1 box behind the DJ). I know this because they sent my friend the box prices, even the 1 million lira box, which was the only unsold box at the time, was sold later. In short, a small part of the country has money to spend. The venues also take advantage of this situation. *** On my way back from Paros, I had a very nice surprise in Athens: Republica agency owner Murat Patavi's Domo Design Gallery in Kolonaki. Murat Patavi exhibits and sells design products at Domo, which he opened in Athens earlier this summer. Patavi, who will host an opening party at Domo in early October, is used to the Athens lifestyle. He spends most of his time there, although he occasionally visits Istanbul.
- URBAN | Yuzu Magazine
April 2024 | Urban english below New York’tan bir MOMO geçti words Onur Baştürk M omo’nun sahibi Burak Beşer, altı ay önce yaptığımız bir röportajda şöyle demişti: “Belki bir gün New York’ta, Bianca Jagger’ın beyaz atıyla içeri girdiği gibi bir kulübümüz olur”. Burak’ın bahsettiği Bianca Jagger ve beyaz at olayı 1977’de, meşhur Studio 54’te yaşanmıştı. Elbette o dönemden çok uzağız. Şu an başka zevklere sahip bir gece hayatı eğlencesi var. En başta beyaz at yok, sürekli baktığımız telefon ekranları var… Ama sonuçta Burak, efsanevi Studio 54’ün kurucularından Ian Schrager’in markası olan, New York’taki Public Otel’in rooftop’ında geçtiğimiz cuma yapılan “Momo Weekend” partisiyle şehre bir iz bıraktı ve yurtdışında mekan açma planlarının/hayallerinin fitilini ateşlemiş oldu. Evet, gerçekten ateşli bir geceydi. Bir ara rooftop’da adım atacak yer yoktu. Gabriel Liberty ve Tankut Karakurt’un dönüşümlü çaldığı gecenin tek Türkçe müzik atakları ise Kenan Doğulu ve Tarkan’dı. Sabah olup da Public Otel’in kafesine indiğimde ise bir başka Türkçe sürprizle karşılaştım: Altın Gün grubunun güncel yorumuyla “Maçka Yolları” türküsü çalıyordu fonda. Bilerek değil, bana kalırsa tamamen tesadüf. Ama demek ki yabancı kulaklar Kenan Doğulu’dan ziyade bu havaları daha çok dinleme arzusunda… Sanayici bir aileden gelen, dedesi Türkiye’deki ilk damperi ve çöp kamyonunu üreten kişi olan, kendi deyimiyle “Hiç bilmediği bir sektöre balıklama atlayıp süreç içerisinde suyun üzerinde kalmayı öğrenen” Burak Beşer’in yurtdışı atakları New York’la sınırlı kalmayacak gibi. Bu yılın sonunda, Art Basel dönemine gelen bir Miami çıkarması da planlıyor Burak. Doğruya doğru, onun yolculuğunu Alaçatı köy içinde açılan çok ortaklı ilk Momo’dan bu yana (yıl 2016) takip eden biri olarak markasına olan tutkusuna hayranım. Çünkü kolay bir şey değil, sürekli yeni kalmaya çalışmak. Özellikle eğlence sektörüne sonradan giren biri olarak… Bu noktada, daha önce yaptığımız röportajdan kalma, Burak’ın şu sözlerini yinelemek isterim: “Bu sektör dev bir roller coaster’ın içinde olmak gibi! Anlık iniş ve çıkışlar, pandemide olduğu gibi bazen fark etmeden baş aşağı dönmeler, bazen de sağa-sola yatmalar olabiliyor. Ama sonuçta hep ileri gidiyor olmak bu sektörü dayanılır kılıyor. Eğer bundan keyif alıyorsanız alıyorsunuzdur! Almıyorsanız bu sektör kesinlikle size göre değil!” UMUT EVİRGEN DESTEĞİ Bu arada Public Otel’deki partiye gelenlerden biri de Umut Evirgen’di. La Boom ve Gizli Kalsın’ın yaratıcısı her ne kadar son dönemde yönetmen kimliğiyle ön planda olsa da, halen İstanbul gece hayatı için önemli bir isim. Aynı tarihlerde eşi Alina Boz’la NY’da olan Evirgen’in hiç ego yapmadan partiye gelmesi takdir edilesiydi. Çünkü malum, Türkler -özellikle aynı sektörde olanlar- genelde birbirlerini desteklemez. Desteklemeyi bırak, birbirlerinin arkasından olumsuz konuşmayı yeğler. Nihayetinde, sekizinci yılına giren ve Burak Beşer’in deyişiyle, “Çocukluk dönemini geçip olgunlaşan ve artık farklı ülkelerden teklifler almaya başlayan” Momo, yolculuğuna son sürat devam edecek, orası kesin. Çünkü Burak’ın hayalleri ve hırsı kadar arkasındaki ekip de sağlam, hayli kalabalık ve ona inanıyor. MOMO's New York party B urak Beser, the owner of Momo, said in an interview we did six months ago: "Maybe one day we will have a club in New York like the one where Bianca Jagger rode in on her white horse”. Bianca Jagger and the white horse incident Burak was talking about happened in 1977 at the famous Studio 54. Of course we are far away from that time. Now we have a nightlife with different tastes. First of all, there is no white horse, there are phone screens that we look at all the time... But in the end, Burak left his mark on the city with the "Momo Weekend" party held last Friday on the rooftop of the Public Hotel in New York, the brand of Ian Schrager, one of the founders of the legendary Studio 54, and started his plans to open a venue abroad. Yes, it was a very hot night. At one point it was impossible to get on the roof. Gabriel Liberty and Tankut Karakurt took turns playing, and the only Turkish music acts of the night were Kenan Dogulu and Tarkan. In the morning, when I went down to the café of the Public Hotel, I found another Turkish surprise: The folk song "Macka Yollari” was playing in the background, with an updated interpretation by the band Altın Gun. Not on purpose, I think it was just a coincidence. Burak Beser, who comes from a family of industrialists, whose grandfather produced the first garbage truck in Turkey, and who, in his own words, "jumped into an industry he knew nothing about and learned to keep his head above water," will not be limited to New York. At the end of the year, Burak is planning a trip to Miami, just in time for Art Basel. To be honest, as someone who has been following his journey since the first Momo (2016), a multi-partner store opened in the village of Alacati, I admire his passion for his brand. Because it is not an easy thing to try to stay new all the time. Especially as a newcomer in the entertainment industry... At this point, I would like to repeat Burak's words from our previous interview: "This industry is like a giant roller coaster! There can be momentary ups and downs, sometimes turning upside down without realizing it, sometimes leaning left and right like the pandemic. But in the end, always moving forward is what makes this industry tolerable. If you like it, you like it! If not, this industry is definitely not for you!” UMUT EVIRGEN'S SUPPORT By the way, Umut Evirgen was one of the guests at the party at the Public Hotel. Although the creator of La Boom and Gizli Kalsin has recently been in the forefront as a director, he is still an important name in Istanbul nightlife. Evirgen, who was in New York at the same time with his wife Alina Boz, came to the party without any ego. As you know, Turks, especially those in the same business, generally do not support each other. Let alone support each other, they prefer to talk negatively behind each other's backs. In the end, Momo, which is now in its eighth year and, in Burak Beser's words, "Momo has matured beyond its childhood and is now receiving offers from different countries," will continue its journey at full speed, that's for sure. Because Burak's dreams and ambitions are as strong as the team behind him and they believe in him.
- FİLM | Yuzu Magazine
Stay + Architect's Diary + Meet the Tastemakers + Partnerships STAY YUZU x Hotel de Louvre YUZU x Ace Hotel Athens YUZU x Villa Lena YUZU x L’AND Vineyards YUZU x Cullinan Belek YUZU x Bayou Villas STAY ARCHITECT’S DIARY YUZU x Andrea Lupi with Antonio Lupi YUZU x Praxitelis Kondylis with Aimasia Project YUZU x Kemal Serkan Demir YUZU x Erhan Sağır YUZU x Mahmut Kefeli YUZU x Hasan Burak Akyıldız YUZU x Pınar Hacıaifoğlu YUZU x Yeşim Kozanlı YUZU x Melike Altınışık YUZU x Derya Toros YUZU x Cisim Design (Erdem İşler + Emre Özücoşkun) ARCHITECT’S DIARY MEET THE TASTEMAKERS YUZU x Gökşen Buğra founder of Gallery Bosfor YUZU x Burak Beşer Momo's Owner PARTNERSHIPS MEET THE TASTEMAKERS SUMMER IN ISTANBUL with VILEBREQUIN VONDOM OPENING BEYMEN ART ROOM with BEYMEN AEGEAN JOY with MOMO BDRM OPEN TABLE with TERRA MADRE MYSTICAL SCOTLAND with BROTHERS ARCHITECTURE & HISTORY & GASTRONOMY with PALOMA FINESSE ART DINNER with Anna Laudel Gallery ART BASEL MIAMI BEACH EVENT with ENNE SHEPARD FAIREY with LG OLED ART COMMUNITY GATHERING with HAMM COMMUNITY DINNER with ISTANBUL MODERN
- URBAN | Yuzu Magazine
March 2024 | Urban english below PENTHOUSE’DAKİ SANAT YEMEĞİNDE NE KONUŞULDU words Onur Baştürk P azartesi gecesi The Ritz-Carlton Residences’ın penthouse katında bir buluşmaya davetliydim. Heyecanlanmayın, öyle seksi bir buluşma değil, bir sanat buluşması. Ama pekala sanat da seksi olabilir değil mi? Mesela Art Basel Miami’de keşfettiğim yeni nesilden Alvin Ong’un ya da hayranı olduğum Hans Op de Beeck’in kimi işleri gayet seksidir. En azından bana göre… Medyadan davetlilerin bir araya geldiği Ritz’deki bu penthouse buluşması ise Artweeks üzerineydi. Malum, Artweeks doğduğu mahalleden, yani Akaretler’den artık ayrılıyor. Artık Artweeks, Ritz’in B Blok tarafında yapılacak. Hatta çok yakın bir tarihte, önümüzdeki 20 nisanda etkinliğin 9’uncu edisyonunun burada yapıldığına tanık olacağız. Ritz’e yabancı değiliz. Şubat ayında Türk galerilerin bir araya gelerek oluşturduğu yeni platform Artshow da burada yapılmıştı. “BU KADAR ETKİNLİK AZ BİLE” 20 nisandaki Artweeks’in açılışından birkaç gün sonra ise Contemporary Istanbul’un lokal fuarı CI Bloom var. Yani şahane bir çakışma söz konusu! Buradan yola çıkarak o gece şunu sordum, “Lokal galerilerin yer aldığı fuar ve etkinlikler sonrası şu söylemi çok duyuyoruz, ‘Hep aynı işleri görüyoruz, değişik bir şey yok’. Yine aynı şey mi olacak?” Bu sorum üzerine, masada bulunan tek galeri sahibi (MERKUR) ve aynı zamanda Artweeks’in yaratıcılarından biri olan Sabiha Kurtulmuş, bu konuda bana katılmadığını söyledi. “Bu kadar etkinlik az bile” dedi Sabiha, “Mesela Miami’ye bak. Art Basel’ın yanı sıra birçok yan etkinlik vardır. Bizim de ana fuarımız Contemporary Istanbul. Ama onun yanı sıra yan etkinlikler de olmalı. Çünkü potansiyel var”. Ben de ısrarla şunu söyledim, “Evet Miami’de çok etkinlik var, ama orada lokal galerilerin yanı sıra farklı ülkelerden galeriler de bu yan etkinliklere katılıyor. Burada sanki bir ‘biz bize’ durumu söz konusu”. Bunun üzerine, Artweeks’in sponsoru Bilgili Holding’i temsilen masada olan şirketin CEO’su Sinan Temo “Artweeks’e yabancı galerilerin gelmesi düşünülüyor” dedi. Evet, beklediğim yanıt tam da buydu. Çünkü bana kalırsa bu “biz bize” durumunun artık bir şekilde aşılması gerekiyor. Yoksa tabii ki birkaç tane daha Artshow ve Artweeks olmalı…. EN DOBRA: SABİHA KURTULMUŞ Bu arada sevgili Sabiha Kurtulmuş’u gecenin en dobra konuşan kişisi seçtiğimi söylemeliyim. Bir ara Contemporary hakkında sohbet edilirken, “CI’a girmek ve orada stand kiralamak çok pahalı” dedi Sabiha, “Oraya girince verdiğiniz paranın karşılığını almak istiyorsunuz”. Ve son CI fuarında bir Rus oligarkın galerisinin standına gelip çok fazla alım yaptığını da ekledi. “Ama yine de giderlerimiz çok fazla” diyen Sabiha, “Bizde hiçbir galerici bu işi yaparak zengin olamaz” dedi. SİNAN TEMO’NUN EVLERİ Doğrusu o gece sohbet hiç beklemediğim kadar hararetli, verimli, hatta eğlenceli geçti. Mesela… - Bir ara Sinan Temo’ya, “En son hangi eseri aldınız?” diye sordum. “Artshow’da Rıdvan Kuday Gallery’den bir eser satın almıştım” diye yanıt verdi. - Temo, koleksiyonuna kattığı eserlerin çoğunu buluşma mekanımız olan Ritz’deki evinde sergiliyormuş. Hatta Temo, masadaki tüm konukları yemek bitince evine davet etti. Böylece evdeki sanat eserlerini görmüş olduk. Bu arada sohbetin bir yerinde, “Bir evim Ritz’de, diğer evim Bebek’te, bazı geceler burada bazı geceler diğerinde kalıyorum” deyince Sinan Temo, gülerek şunu sordum: “Hangi geceler?” WHAT was DISCUSSED at the PENTHOUSE ART DINNER? O n Monday night, I was invited to a meeting on the penthouse floor of the Ritz-Carlton Residences. Don't get excited, it's not a sexy meeting, it's an art meeting. But art can be sexy, right? For example, some of the works by Alvin Ong, a new generation artist I discovered at Art Basel Miami, or Hans Op de Beeck, whom I admire, are very sexy. At least for me... This penthouse meeting at the Ritz, where guests from the media gathered, was about Artweeks. As you know, Artweeks is now leaving Akaretler, the neighborhood where it was born. From now on, Artweeks will take place in Block B of the Ritz. In fact, very soon, next April 20th, we will witness the 9th edition of the event being held here. The Ritz is no stranger to us. In February, Artshow, a new platform for Turkish galleries, also took place here. “SO MANY ART EVENTS ARE TOO FEW” On April 20, a few days after the opening of Artweeks, there is CI Bloom, the local fair of Contemporary Istanbul. Based on this, I asked the following question that night: "After fairs and events where local galleries participate, we often hear this discourse: 'We always see the same artworks, nothing different'. Will it be the same again?" To this question, Sabiha Kurtulmuş, the only gallery owner at the table (MERKUR) and one of the creators of Artweeks, disagreed. "This much event is too little," Sabiha said, "Look at Miami for example. Besides Art Basel, there are many side events. Our main fair is Contemporary Istanbul. But there should be side events as well. Because there is potential”. I insisted, "Yes, there are many events in Miami, but in addition to local galleries, galleries from different countries participate in these side events. It's like an 'us to ‘us situation here”. In response, Sinan Temo, the CEO of Bilgili Holding, the sponsor of Artweeks, who was at the table representing Bilgili Holding, said, "We are thinking of bringing foreign galleries to Artweeks". Yes, that was exactly the answer I was expecting. Because I think this ‘us to us’ situation has to be overcome somehow. Otherwise, of course, there should be a few more Artshows and Artweeks… MOST OUTSPOKEN: SABIHA KURTULMUS By the way, I have to say that I chose dear Sabiha Kurtulmuş as the most outspoken person of the evening. "It is very expensive to enter CI and rent a space there," Sabiha said, "You want to get what you pay for when you enter there”. And she added that at the last CI fair, a Russian oligarch came to her gallery and bought a lot of art. "But still, our expenses are too high," Sabiha said, "no gallerist in our country can get rich from this business”. SINAN TEMO'S HOUSES To be honest, the conversation that night was more heated, productive, and even entertaining than I had expected. For example… - At one point I asked Sinan Temo, "What was the last piece you bought?" He replied, "I bought a work from the Rıdvan Kuday Gallery at the Artshow”. - Temo exhibited most of the works he had added to his collection at his home in the Ritz, our meeting place. Temo even invited all the guests at the table to his house after dinner. At one point in the conversation, Sinan Temo said, "I have a house at the Ritz and another in Bebek, some nights I stay here and some nights I stay there," and I laughed and asked: "Which nights?"
- PEOPLE | Yuzu Magazine
November 2023 | People FOR EN CONVERSATION about ARCHITECTURE with ECE CEYLAN BABA words Onur Baştürk Yeditepe Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ece Ceylan Baba ile ilk yüz yüze sohbetimiz bir “hayat ağacı”nın altında gerçekleşmişti. O “hayat ağacı” tanıdık bir yerdeydi. Antalya-Side’deki Paloma Finesse içinde 2020 yılında açılan Yuzu Garden’ın simgesi olan Ficus Australis. İşte o nefis bahçede Ece ile yaz başında bir araya gelmiş ve sürdürülebilir mimari ile yakın gelecekte dünyaya hakim olması beklenen mimari yaklaşımları konuşmuştuk. Elbette her konu “Yuzu Weeekend” kapsamında yaptığımız o günkü konuşmaya sığmamıştı. O yüzden buraya, o konuşmanın devamında yaptığımız uzun röportajı yayınlamak istedim. Çünkü Ece’nin söyleyecekleri hepimizi yakından ilgilendiriyor! Mimarların amacı şaşırtmak mıdır yoksa çözümler sunmak mı? Yoksa ikisi birden mi? Mimarlık insana ait her türlü mekanın üretildiği bir meslek alanı. Ayrıca mimarinin, çağına ait pek çok bilgiyi mekan üzerinden sonraki nesillere aktarmak gibi bir iddiası ve misyonu var. Bu mekanların içinde gündelik hayatta kullandığımız ve kullanmaya devam edeceğimiz mekanlar da, sarsıcı ve bazen spekülatif olması gereken mekanlar da var. Bu durum, binanın türüne, yerine ve vermek istediği mesaja göre değişiklik gösteriyor. Sadece şaşırtmaya odaklanan bir mimari yok… Ancak bu, bazı binaların şaşırtıcı derecede yeni bir söz söylemesine engel değil. BİRİ ÜTOPYA, DİĞERİ DİSTOPYA Mimarların “dünyayı kurtarma, iyileştirme” projelerine nasıl bakıyorsunuz? Mesela BIG’den Bjarke Ingels’in “Masterplanet” projesi ya da Liam Young’ın kurgusal “Planet City” filmi. Mimarlar gerçekten dünyayı iyileştirebilir mi? Dünyayı kurtarma ya da iyileştirme argümanı tek bir meslek alanı için oldukça iddialı. Öte yandan mekanın dönüştürücü gücüne inanırım. İnsan, içinde yaşadığı mekanlardan, mekanlar da insanlardan etkilenir. Birbirine katkı sunan iki canlı organizma gibi beraber şekillenirler. Bu açıdan bakıldığında, mimarinin insan yaşamına olan etkisi oldukça güçlü. Dünyanın kaynakları tükeniyor, yine de evren kendi kendini onarabilecek yeteneğe sahip. Ancak içinde yaşadığımız çağda çok sayıda kriz bulunuyor ve çeşitli meslek insanları tarafından insanlığın sonunun gelmesini ötelemek amacıyla çok sayıda önlem alınıyor. Mimarlık alanında da sürdürülebilir tasarım ilkeleri, enerji verimliliği ve çevre dostu malzemelerin kullanılması gibi çeşitli konular 21. yüzyılda önem kazandı. Masterplanet ve Planet City yaklaşımları bu anlamda farklı argümanlara sahip. Bir tür dualite olarak tanımlayabiliriz. Biri ütopya diğeri distopya olarak iki düşsel çalışma… BIG’nin Masterplanet projesi, iklim krizine karşı dünyayı bütüncül olarak ele alan ve tüm dünya nüfusunun benzer ideal-kentsel mekanlarda yaşadığı öngörülen bir dünya düşü. Dünya için bir masterplan önerisi sunan proje bazı özellikleriyle bir ütopyayı anımsatıyor. Çevre sorunlarına toplam bir çözüm ile yaklaşıyor ve teknolojiyi projenin odağına yerleştiriyor. Günümüzdeki bina ve hatta kent ölçeğindeki önlemlerin yetersizliğine vurgu yaparak gezegen ölçeğinde bir tasarlama eylemi öneriyor. “Planet City” filminde ise Liam Young, sömürgeleştirmenin ve küreselleşmenin ekonomi ile olan güçlü ilişkisini metropoller üzerinden yeniden okuyan, alışılagelmiş düşünceleri ters köşe yapan bir distopyayı konu alıyor. Yaklaşık 10 milyar insanın yaşadığı bir dünyada, alınan ortak bir kararla dünyanın geri kalanının vahşi doğaya teslim edilmesi üzerine kurulan hayali bir şehirdeki yaşananları anlatıyor. Spekülatif bir bilim kurgu özelliği taşıyan film, iklim değişikliğinin çevresel bir sorun olmadığını, aksine siyaset kaynaklı ve ideolojik bir sorun olduğunu öne sürüyor. İ ki çalışma da mimarlar tarafından üretilmiş, hayata geçme iddiası taşımadan tasarlanmış özgün düşünceler. Manipülatif özellikleri ile iklim krizine dikkat çekmek isteyen projeler, çizgi dışı fikirlerle mimarinin kent, kentsel yaşam, çevre ve hatta gezegen ölçeğindeki olası ihtimallerini sorguluyor. Geleceğin evleri şehir şebekesinden tamamen ayrılmış, kendi kendine yetebilen evler mi olacak? Yoksa bu konudaki çabalar fazlasıyla bireysel mi kalacak? Kent, yapılı olan çevresi, yapılı olmayan çevresi ve içinde yaşayan kentlilerin yaşamları ile var olur. Bu durum karmaşık bir örüntüdür ve doğası gereği içinde tekilliği barındırmaz. Kendi kendine yetebilen ev(ler) kavramı da bir süre sonra benzer yaşamları içinde barındıran bir ilişki ağına dönüşmeye mahkum. Bu sebeple gelecekte de kentler, bireysel olmayan, birlikte/bir arada olmayı kutsayan bir yaşamı mümkün kılacak diye düşünüyorum. 3D PRINT İLE YAPILAN BİNALARIN SAYISI ARTACAK Temiz enerji üretimini ve karbon ayak izini azaltan sürdürülebilir inşaat yöntemleri artık en çok konuşulan şeyler. Özellikle de 3D ile yapılan ev projeleri. Mimarlık stüdyoları bu bilince sahip, ama proje talep edenler sizce yeterince bu bilince sahip mi? Sürdürülebilir bir bina inşa etmenin en temel yöntemi bağlamsallığı benimsemek. Yere ait malzeme, yere ilişkin iklim verileri, kültürel bilgiler ve yapma yöntemleri kullanılırsa hem karbon ayak izi en aza indirilebilir, hem de yere ait yapma/etme/inşa etme yöntemlerinin çağdaş yorumları üretilebilir. Günümüzde üç boyutlu yazıcılar ile bazı mimari uygulamalar yapılmakta. Ancak, inşa edilen yapılarda kullanılan hammaddenin çevre dostu olması konusunu önemsiyorum. Doğada yok olamayacak malzemelerin seçimi ileride başka sorunlar üretebilir. İleri dönüşüm ya da geri dönüşüm yöntemleri ile kullanılan hammadde konusunda önemli çalışmalar yapılıyor. Yakın gelecekte, gelişen teknoloji ile üç boyutlu yazıcılar ile inşa edilen yapıların sayısının artabileceğini düşünüyorum. SLA’NIN KOPENHAG’TAKİ YAPISI OLDUKÇA İYİ BİR ÖRNEK Yeşilin ön plana çıkarıldığı, hatta başrolde olduğu mimari tasarımlarla artık daha sık karşılaşıyoruz. Binaların çatı alanlarında organik tarım alanları, mini parklar yaratılması mesela. En çarpıcı örnek, SLA’in projesini yaptığı, Kopenhag’daki enerji santralinin dik eğimli çatısına yapılan peyzaj tasarımı. Tüm bunlar sizce yeterli mi? Yoksa tüm bunlar sadece "greenwashing" yani "yeşil aklama" olayı mı? Mimaride sürdürülebilir tasarım yaklaşımları çok paydaşlı, farklı disiplinler ile ilişkili ve bütüncül olarak ele alınması gereken bir konu. Malzeme seçimi, dönüşebilir/adaptasyon yeteneği olan program ve işlevlerin varlığı, yapının bulunduğu coğrafya ile kurduğu ilişki, enerji verimliliği, doğa dostu inşaat teknolojilerinin kullanılması gibi çok farklı alanı içinde barındırıyor. Şehirden alınan toprak parçasını, devasa bir yapının cephesine ya da çatısına konumlandırılan sınırlı yeşil ile doğaya geri veremeyiz. Ya da sadece “yeşil bina” sertifikası alarak, bunu bir pazarlama argümanı gibi kullanabilmek için sürdürülebilir olmayan bir binaya sonradan eklenen bazı yeşil dokunuşlarla onu sürdürülebilir hale getiremeyiz. Bu konu tasarımın ilk safhasından itibaren başlayan, kullanıcıları ile devam eden, yaşamın içinde döngüsel, canlı ve bütüncül bir sürece sahip olmalı. Bunun dışındaki her durum, bir tür yeşil aklama örneğine dönüşme potansiyeli taşıyor. SLA’nın Kopenhag’daki yapısı -yakın zamanda yerinde de gözlemleme fırsatı buldum- kentteki konumu ve tasarım yaklaşımından ötürü oldukça iyi bir örnek. İşlevinden ötürü kamusallaşması mümkün olmayan bir yapının çatısını kentle bütünleştirip kamusallaştırabilen, bariyerleri güvenli bir şekilde ortadan kaldırabilen, özgün bir fikre sahip. DAHA FAZLA YEŞİL TAHRİBATI KONTROL ALTINA ALINABİLİR Önümüzdeki on yılda bizi yeşilin arttığı şehirler mi bekliyor? Bu konuda iyimser misiniz? Araştırmalar, dünyadaki nüfusun artmaya devam edeceğini ve buna paralel olarak, şehirlerde yaşayan nüfusun kırsal bölgelerde yaşayan nüfusa oranla artış eğiliminde olacağını gösteriyor. Kent yaşamı hâlâ cazip ve cazibesini koruyacak gibi görünüyor. Bu sebeple, önümüzdeki on yılda kentlerde inşa etmeye olan ihtiyacın artacağını söyleyebiliriz. Bir noktaya vurgu yapmak isterim: Şehirlerdeki atıl yapı stokunun yeniden işlevlendirilmesi, gerçekten gerek olmadıkça daha fazla yeşil tahribatının yapılmasını kontrol altına alabilir. Mevcut yapıların verimliliğini artırmak, paylaşımlı mekan kullanımlarını destekleyen politikalar geliştirmek gibi yöntemler benimsenmezse, bu konuda iyimser olduğumu söyleyemem. DÜNYANIN VAHŞİ DOĞAYA TESLİM EDİLMESİ İMKANSIZ Yapmamız gereken gerçekten dünyanın önemli bir kısmını yeniden vahşi doğaya teslim etmek mi? Kurtuluşumuz bu mu? Ne dersiniz? Aslında bu sorunun yanıtını bir önceki soruda yanıtlamış oldum. Dünyanın vahşi doğaya teslim edilmesinin mümkün olduğunu düşünmüyorum. Artan nüfus ve çağın getirdiği yeni mekan ihtiyaçlarına paralel olarak kentlerdeki yapılar artma eğiliminde olmaya devam edecek. Ancak, “yapmak” eylemine odaklı bir politika ile bu durumu daha da vahim çevresel sorunlar üretecek hale getiriyoruz. Yapmadan önce, mevcut olanı yeniden kullanabilmenin ihtimallerini sorgulamanın kurtuluş yollarından biri olduğuna inanıyorum. Bir diğer konu da inşaat teknolojisinin günümüzde ulaştığı seviye ve içinde bulunduğumuz kapital odaklı düzenin getirdiği mega ölçekli projelerin üretilmesine olan iştahın çok canlı olması. 40’LI YAŞLARIM BANA KUSURLU HALİN GÜCÜNÜ ÖĞRETTİ 20’lerinizde, dünyaya, şehirlere ve mesleğinize nasıl bakıyordunuz? Aradan geçen sürede vizyonunuzda neler değişti, neler aynı kaldı? Harika bir soru! Aslında, meslek yaşamımın başında, bir projenin, araştırmanın, binanın ya da metnin kusursuz olması amacı ile çalışırdım. Bunun olabileceğine inanırdım ve doğru planlama ile bu amacın mümkünlüğünü düşlerdim. Yıllar sonra, özellikle de ideal mekan, ideal kent arayışları konusunda derinleşmeye başladıkça, idealize edilmeye çalışılan mekanın gelişime kapalı, totaliter ve durağan olduğu gerçeğiyle yüzleştim. Oysa insan değişen bir canlı, mekanlar da öyle… Aralarında simbiyotik bir ilişki var… Bugün, 40’lı yaşlarım bana kusurlu halin gücünü öğretti. Planlanan, ideal düşün değil; kusurlarıyla var olan gerçeğin ne kadar değerli olduğunu farkettim. Bence dünya da kentler de kusurları ile beraber özgün ve bu sayede birbirinden ayrışıyor ve gelişiyor. Biz insanlar da aynı akışta evrimsel yolculuğumuza devam ediyoruz.