top of page

Nisan 2020 | İnsan | Türkiye

Beden Oyunları

Yazı | Alp Tekin 

Fotoğraflar | Herb Ritts arşivi

Geçmişten bugüne bedenin hayatımızdaki belirleyici rolü malum. Sadece bedene bakışı açımız ve ona atfettiğimiz değerler değişiyor, hepsi bu! 

 

M.Ö 400’lü yıllarda bedenlerini teşhir eden Atinalılar için mesela, bu durum gayet normaldi. Çünkü bir yurttaş olarak sahip oldukları onurun bu şekilde onaylandığını düşünüyorlardı. Onlar için bedeni bir hayranlık nesnesi olarak sunmak medeni olmakla eşdeğerdi! 

 

Lakin bu onura sadece erkekler sahipti. Sokakta çıplak kadınlar boy göstermiyordu. Onlar çoğunlukla evdeydi. İdealize edilen hep genç, güçlü ve kaslı erkek bedeniydi. İnanışlarına göre kadınların kanı soğuktu, erkeklerinki ise sıcak. Bu yüzden erkekler açık havada istedikleri kadar çıplak dolaşabilir, soğuğa dayanabilirdi. Erkeğin kaslarının sıkı olmasının bir nedeni de buydu. 

 

1500’lü yıllarda bedenler ilk kez “öteki” olarak algılanmaya başlandı. Venedik’te yaşayan Hıristiyanlar aynı şehirde beraber yaşadıkları Yahudilerin bedenlerini “hastalıklı” kabul ediyor, onlarla temas etmekten kaçınıyordu. Öyle ki, kendi aralarında yaptıkları sözleşmelerde öpüşüp el sıkışırken Yahudilerle olanlarda sadece baş selamıyla yetiniyorlardı. Akabinde ortaya çıkan frengi hastalığı bedene dair çeşitli yasakları da beraberinde getirdi. Mesela bir süre bedeni alenen teşhir etmek yasaklandı. 

 

18. yüzyılda ise sağlıkla ilgili buluşların sayısının artması temizlik histerisini ortaya çıkardı. Özellikle de kentli sınıfta. İlk kez o zamanlar tuvalet kağıdı kullanıldı. Kadınları derileri nefes alsın diye pamuklu ipekli elbiseler giydi. Fransız İhtilali simgelerinden biri göğüsleri açıkta bırakılmış olarak resmedilen Marianne’di. “Ten ve Taş” kitabının yazarı Richard Sennett; Marianne’in göğüslerinin teşhir edilmesinin o dönem erotik olarak algılanmadığını yazıyor. Çünkü 18. yüzyılda göğüs erojen olduğu kadar bir ‘erdem’ sembolü olarak da görülüyordu. 

19. yüzyıla gelindiğinde beden, ekonomik ve sosyal gelişmelerin etkisiyle bireyselleşti. Fetişler bu dönemde filizlendi. Dönemin ahlakçı anlayışına rağmen tek favori çıplaklıktı. Nü ressamlar en iyi kazananlar sınıfına dahil olmuştu bile. Hepsinin resimlerinde kadınlar günümüzdeki gibi fit değil, aksine balık etliydi. Erkek bedeni ise ortada yoktu. 

 

20. yüzyıl başında Man Ray’in öncülük ettiği kimi fotoğrafçılar sayesinde bedenin erotik yanı daha somut ortaya çıkmaya başladı. Bu akımdan etkilenen dönemin film stüdyoları bile ünlü film yıldızlarının erotik fotoğraflarını yayınladı. 

 

1920’lerle birlikte modanın en önemli üç dergisi Vogue, The Queen ve Harper’s Bazaar’ın çıkmaya başlamasıyla bedenin yolculuğu başka bir yere evrildi: Kadınlar hayranlık duydukları yıldız oyunculara benzer hissetmelerini sağlayacak sırlara bu dergiler sayesinde erişti. 

 

1950’ler ise bedenin ‘poşete sokulduğu’ bir dönemdi. Yükselen erotizm dalgası bir anda sansür darbesi yedi ve beden kendi mahremiyetine geri döndü. Yığınla yasak vardı. Sadece bedenin çıplak görüntüsü değil, erotik yüz ifadesi bile hoş karşılanmıyordu. 

 

Lakin her zaman olduğu gibi yasaklar fantezileri daha da körükledi. Touko Laaksonen, bilinen adıyla ‘Tom of Finland’ın eşcinsel maço erkek çizimleri elden ele dolaşıyor, herkes bu üçgen vücutlu erkekleri konuşuyordu. Erkek bedenine biçilen yeni elbise belliydi: Maço estetik. Bu estetiğin aksesuvarları da unutulmamıştı: Deri ceket, dar jean ve Marlon Brando’nun meşhur ettiği vücuda yapışan beyaz tişört… 

60’larla birlikte başlayan iyimser, hippi dönemde beden hiçbir dönemde olmadığı kadar çok kurcalandı. Bir yanda zayıf, incecik çiçek çocukları bir yanda modacıların, özellikle Christian Dior’un ‘new look’ dediği yeni kadın silueti: Stilettolu, incecik bedenli, uzun bacaklı, mini etekli…

1963’te piyasaya sürülmeye başlanan Pirelli Takvimi toplumun küçük bir kesimi için hazırlanmış, ama her zaman merak edilen fotoğraflarıyla yeni bir beden dalgası oluşturdu: Egzotik, ulaşılmaz, tanrısal bedenler… 

80’lerle birlikte bedene yüklenen yeni anlam belli olmuştu: Ne olursa olsun fit olmak. Jane Fonda, Raquel Welch gibi yıldızların öncülüğünde başlayan aerobik ve egzersiz çılgınlığı kadın / erkek farketmeksizin bedeni forma sokmaya çağırıyordu. 

90’lı yıllar ise kısaca “Trainspotting ya da hamburger bedenler” olarak özetlenebilir. Kimyasal uyuşturucuların başrolde olduğu ‘rave’ partiler, zamanının çoğunu bilgisayar oyunu karşısında getiren genç kuşak… 80’lerin aksine beden artık sağlıksızdı. Zayıf bedenin aşırı yüceltilmesi sonucu bedenler ‘anoreksiya’yla da tanıştı.

 

Nitekim Tom Ford, doğup büyüdüğü Teksas’taki şişman kadınlardan aşırı sıkıldığı için hastalık derecesindeki incecik siluetleri 90’ların başında Gucci damgasıyla kadınlara hediye etti. Bu da yetmedi; sonrasında moda dünyası incecik, genç kız görünümlü erkek bedenlerini pazarlamaya başladı. 

 

1998 yılında Sel Yayıncılık’tan çıktığında içeriği ve fotoğraflar nedeniyle toplatılan “Pusudaki Ten” kitabının yazarı Mehmet Ergüven, bedenle ilişkimizi şöyle yorumlamış: “Bedenle çok fazla yüz göz olduk. Mahrem diye bir şey kalmadı. Bedenle ilgili her şey en ince ayrıntısına kadar gösteriliyor, konuşuluyor. İşin büyüsü kalmadı. Bir de bugüne kadar bakan hep erkekti. Şimdi bakılan durumuna erkek geçti”.  

 

Ve ikibinli yıllar… Başrolde artık estetik operasyonlar vardı. Öğle paydosunda dudağına kolajen, alnına botoks yaptırıp bir saat sonra yeni haliyle ofisine dönen ikibinli yılların metropol kadınları için beden yeni bir oyun alanı olmuştu. Nitekim ikibinli yılların başından bu yana sadece Amerika’da estetik yaptıranların artış grafiği yüzde 293’tü! 

 

2010’larda ise bedende artık “çeşitlilik” sözkonusu. Estetik operasyonlarla bambaşka birine dönüşmenin yanı sıra cinsiyet değiştirerek bedeni özgürlüğüne kavuşturmak sıradan şeyler haline geldi. Evet, hala mükemmel bedenin peşindeyiz, o değişmedi. Ama artık düne kadar ‘kusurlu’ olarak algılanan farklı bedenler de görebiliyoruz. Vitiligo hastalığı nedeniyle vücudunda oluşan cilt lekelerini gizlemeyen, hatta bununla ünlü olan model Winnie Harlow gibi. 

 

Kısacası bedenle oyunlarımız bitmiyor, asla da bitmeyecek… 

İNSAN | Kategorinin diğer yazıları

yuzulogoweb2.png
bottom of page