Nisan 2020 | İnsan | Türkiye
Korona günlerinde Alaçatı
Yazı | Yeşim Aksoy
Bir şekilde henüz olayın ciddiyetini kavramamışken, Lizbon seyahatini iptal ettikten sonra, “Bari Alaçatı’ya gidip eve, kedilere göz atayım” dememle süreç başladı. Şuursuzluk diz boyu! Uçağa binmemek için seyahati iptal ediyorsun, sonra kalkıp uçağa binerek İzmir’e geliyorsun…
Neyse geldik, ortam şenlik havasında. Stay Otel’de ‘Toy’un çok iyi bir oyunu var. Akşam 150 kişi falan birlikte yemek yedik, oyunu izledik. Sonraki
günlerde de nereye gitsek, nerede yesek, kimler gelir gibi sorular havada uçuşuyor. “Mart ortası Alaçatı’da gidip yemek yenecek yer neden az?” diye söyleniyoruz. Oysa bilmiyoruz ki üç vakte kadar o burun kıvırdığımız yerler de kapanacak!
Pazartesi sabahı İstanbul’a mı dönsek diye kendi aramızda konuşuyoruz. Ofis, toplantılar falan bizi bekler diye. Hala aymamışız duruma yani..
BİZİ VİRÜSÜ TAŞIMAKLA SUÇLADILAR
İlk hafta bir grup yerleşik halk, bizi İstanbul’dan korona taşımakla suçladı. Sözlerini sakınmadılar. “Burası temizdi” dediler. Haklıydılar, ama o söylenenler bile yeni bir yurtdışı seyahatinden iki gün önce dönmüştü! 14 gün karantina falan akıllarına gelmemiş, o gece Stay’deki tiyatroda ve burun buruna birlikte yemek yiyorlardı bizimle…
Sonra olay patladı. Ortaya çıktı ki virüsü biz değil, Çeşme Limanı’nda hala çalışmaya devam eden nakliye firmalarının çalışanları taşımış. Çeşme/Alaçatı koruma derneklerinin sıkı bir baskısı sonucu liman çalışmasına ara verdi.
ZORLA DA OLSA HAYAL GERÇEK OLDU
Bugün tam bir ayımı bitiriyorum Alaçatı’da. Buraya ev diyeli 10 -12 yıl filan oldu. Daha 15 gün arka arkaya vakit geçirebilmişliğim yoktu. Genelde 3-4 gün kalır, bir toplantı ya da etkinlik için İstanbul’a dönmek zorunda kalırdım. Ya da buradan Yunan Adaları’na, Bodrum’a giderdim. Ama hep hayalim vardı, “Hayat bana izin verse de her şeyden kopup burada 20 gün, hatta iki ay geçirsem, burada yaşıyorum diyebilsem” diye.
Bu arada ikinci hafta falan dönebilirdik. Ama burada kalmanın daha doğru olacağına karar verdik ailece. Sonrasında da bildiğiniz gibi dönme şansımız olmadı. Neyse işte, al sana hayat! Bugün itibariyle tam bir aydır buradayım. Zorla da olsa hayal gerçek oldu!
EVET ŞANSLIYIZ!
Ama evet şanslıyız. Öncelikle yakın bir arkadaş grubu aynı anda buraya geldik ve kaldık. Olayın ciddiyetine aydıktan sonra dışardan fazla insanla temasımız olmamasına dikkat ettik. Dolayısıyla haftada 1-2 kere de olsa birlikte açık havada görüşme, moral tazeleme, köyün içinde düzenli yürüyüş yapma, istediğimiz an kamp sandalyelerini kapıp Ovacık ya da Ilıca sahilinde vakit geçirme şansımız oldu.
Ayrıca doğanın harika bir zamanı. Nereye baksan uyanan, kendine gelen bir doğa görüyorsun. Başka zaman bunu yakından takip etme şansımız olmazdı. Bahçeye bir şeyler ekilirken genelde ben şehre dönmek zorunda kalırdım. Oysa şimdi üç hafta önce dikilen kaktüsün ne kadar boy attığını görecek kadar buradayım, takipteyim…
ORTAM DAHA RAHAT
Bir de rahat bir ortam var. Mesela her gün eşim ya da annemle köy içinde yürüyüş yaptık. Kimse durdurmadı, sorgulamadı. Elbette maskemiz, eldivenimiz vardı. Kalabalık değildik ama yine de evinize dönün diyen olmadı. Hatta dışarı çıkma yasağının ilk gününde, veteriner bir gün önce kısırlaştırılması için götürdüğümüz kedileri kendisi getirdi. Gün içinde 10-15 kişinin de uğradığını dile getirdi.
Kendi adıma, İstanbul’da evde daha konforlu bir karantina yaşardım. Kıyafetlerim, evde okunmayı bekleyen kitaplar, dergiler, sorunsuz internet bağlantısı… Ama bu kez daha fazla virüse yakalanma endişesi olacaktı. Bu endişeyle daha fazla korunma, saklanma telaşı sinecekti hayatıma.
Burada köy halindesin. Ev daha ilkel. Kitap-dergi, kahve kapsülüne ulaşman daha zor. Ama açık havaya çık dolaş, yürü, kediler-köpeklerle ilgilen…
O saklanma telaşı pek olmadı bizde. İstanbul’da olsaydım daha fazla film, dizi izler, corona haberlerini ‘saykoya bağlamış’ şekilde takip eder olurdum.
‘ŞOKUNUZU ANLAMIYORUM’
Dışardan gelip de karantina günlerini Alaçatı’da geçirmek zorunda kalanlar şuna da aydı. Biz ilk şoku yaşarken; düşünsene evden çalışacaksın, hafta içi yapman gereken 7500 toplantı, gidilmesi gereken 735 açılış iptal, hayat bilinmeyen bir tarihe ertelenmiş, sevinsen mi üzülsen mi bilemiyorsun,
sistemin kabul etmiyor… İşte böyle bir ruh halindeyken üç sene önce Alaçatı’ya iş sebebiyle yerleşen yakın bir arkadaşım dedi ki: “Şokunuzu anlamıyorum. Biz kış aylarında Alaçatı’da zaten böyle yaşıyoruz. Koşturma yok, haftada bir akşam arkadaşlarla yemek, açılış-kutlama yok denecek kadar az. Diziler, filmler, yürüyüşler; hayatımız aslında sizin karantina adını verdiğiniz şey!”
O UMUDUM KAYBOLDU
Son olarak bir ufak tespit: Mart ortası geldiğinde mekanlar yaz hazırlıklarına başlamıştı. Geçen hafta farkettim ki, sadece bir mekan kalmış inşaatına devam etmeye çalışan. O da ustalar işe gelmediği için masasını kendi boyamaya çalışan mekanın sahibiydi. Doğrusu açılışa hazırlanan mekanlar bana umut veriyordu. Her şey kısa zamanda eski haline dönecek, yaz yine yaz gibi olacaktı. Ama hazırlık yapmaktan vazgeçen mekanların sayısı azaldıkça o umudum da kayboldu açıkçası…
İNSAN | Kategorinin diğer yazıları
Sosyal mesafe çemberinde sonsuza dek mutlu yaşadı…
Ekmeklerinin en sıkı müdavimi Sezen Aksu
En yeni seksi şef: Karpat Deviren
GSA’yla bol olasılıklı konuşma: ‘Hayat ikna olduğun şeye dönüşüyor’
Bir Milanolunun gözünden ‘yeni normal’
Antarktika’ya kendi kullandığı uçakla giden maceracı şef
Hareketli, yanık tenli, insan canlısı bir çocuk büyüttük Akyaka’da
Transhuman evrimine hazır mısınız
’74PODCAST’lerde gelecek konuşmaları
Korona günlerinde “Arizona Dream”
Tulum’da karantinada olmayı dj Carlita anlatıyor
Hayat, mutfağa kapanıp mükemmelin peşinde koşmak değil
Çünkü aylarca çeşitli manastırlarda kaldım…