top of page
005.jpg

Haziran 2020 | Seyahat | Portekiz

Lizbon’daki ‘saray yavrusu’nda Türk sürprizi

Yazı | Onur Baştürk

Vakit gecenin ilerleyen saatleri… Bir süredir Lizbon’da yaşayan Madonna’nın sıkça gittiği fado barı Mesa de Frades’ten gelen müzik seslerini arkamda bırakarak yokuşu çıkıyorum. Küçük meydana çıktığımda aradığım şey bir ‘saray yavrusu’ kapısı. Tabii ki yine kapıları karıştırıyorum! Elimdeki iri ve uzun anahtarla başka kapıları da açmak için zorluyorum. Kapılar ve ardındakilerle ilgili bir sorunum var galiba…

 

Neyse, nihayet o ‘saray yavrusu’ kapısını buluyor ve içeriye giriyorum. 1783 yılında, dönemin en ünlü çini ustalarından birinin yaptığı bir binadayım.

Portekizliler “palacette” diyor bu tarz binalara. Yani “saray yavrusu”. Ve işte Lizbon’un en güzel mahallelerinden birindeki bu saray yavrusu, son iki yıldır bir Türk oteli: Casa Dell’Arte. 

 

SADECE ÜÇ ODASI VAR 

 

Bodrum Torba’da 2006’da açılmış, “sanat oteli” olarak da bilinen meşhur Casa dell’Arte’nin yurtdışındaki ilk şubesi burası. 

 

Lizbon’daki otel her açıdan ilginç. Bir kere sadece üç odası var. Klasik bir otel gibi değil. Resepsiyonda sürekli birileri yok. Avlusu, ortak mutfağı ve her köşeden/duvardan fışkıran şahane sanat eserleriyle aslında bir sanat koleksiyonerinin evinde kalıyormuş gibi hissediyorsunuz. 

 

Otelin sahibesi Ahu Büyükkuşoğlu Serter’in asıl amacı da bu hissi yaratmakmış. Nitekim bunda başarılı olmuş da… Hem 18. yüzyıldan kalma tarihi doku hem de yerli-yabancı sanat eserleri sayesinde. Evet otelin içinde Türk sanatçıların eserleri ağırlıkta: Nuri İyem, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Neşe Erdok ve Nuri Bilge Ceylan o sanatçılardan sadece birkaçı. Bu koleksiyonu otelin diğer ortağı Gamze Büyükkuşoğlu yönetiyor. 

 

İKİ YIL BEKLEMİŞ

 

Ahu Büyükkuşoğlu Serter’in aslında Lizbon’da otel açmak gibi bir planı yokmuş. Ama işleri için bu şehre sık sık gidip geldikçe şunu farketmiş: Lizbon’un giderek yükselen bir destinasyon olduğunu… 1783’ten kalma bu binayı gözüne kestirince Casa dell’Arte’yi Lizbon’a açmaya karar vermiş. Ama binayı satın alabilmek için tam iki yıl beklemiş. 

 

SANAT ÜSSÜ 

 

Çoğunluğu minimalist ve modern çizgide olan Lizbon otellerinin aksine, Serter kendi otelinde varolan tarihi dokuyu, çinili duvarları hiç bozmamış. Aynen korumuş. Bu yüzden de otel kısa sürede şehrin en hip otelleri arasına girmiş. 

Otelin altına açılan sanat galerisiyle beraber Casa dell’Arte Lizbon, tam anlamıyla bir sanat üssü haline gelmiş. 

 

SIRA DİĞER AVRUPA ŞEHİRLERİNDE

 

Ahu Serter’in sürprizleri Lizbon’la sınırlı değil. Bu konsepti şimdi diğer Avrupa kentlerine de taşımak istiyor. Bu arada Lizbon’daki otelin müdürleri de Türk; Emre Çelik ve Karpat Deviren. Her ikisinin de Lizbon’a dair söylediği şey şu: “Buraya geleceğin Barselona’sı diyorlar. Gerçekten de öyle. Çünkü en çok yatırım alan Avrupa şehirlerinden biri. Aynı zamanda genç bir şehir. Sosyal hayat hareketli ve sanata çok önem veriyorlar”. 

bottom of page