Mayıs 2020 | İnsan | İrlanda
‘Normal’ değiliz hiçbirimiz
Yazı | İsmail Polat
Uzun, upuzun bir hikaye. Kısa, çok kısa bir yol. Ya da tam tersi. Hikaye kısa ama yol çok uzun. Kiminle çıktığınız ve nereye gittiğiniz önemli değil gibi görünse de, hayatınıza dokunan herkes kümülatif bir toplamın parçası aslında. Çocukken başlayan seyriniz türlü sebeplerden azaltır ya da çoğaltır benliği. Hayatın öylesine aktığını zannederken yediğiniz her darbe ve tattığınız her acıyla büyür, kocaman oluruz. İşittiğin her azarda, yediğin her tokatta, yok sayıldığın her durumda ve kapıldığın her aşkta sensin yuvarlanan. Bunun yaşı yok, izahı da… Büyüdükçe anlıyorsun duyguların zamansızlığını. Geçmişte neyse seni üzen, büyüdüğünde de en çok onunla kırılıp dağılıyorsun. Tek fark, giderek körelen cesaretin. Ama kalbin hep bıraktığın o pencere kenarında. En ufak bir esintide savrulup gitmen ondan…
Ve bir bahar günü, tatlı bir öğleden sonra oturmuş, hafif esintinin şehvetiyle yine pencereden dışarı bakıyorsun. Bu kez ekran var arada. Yemyeşil bir yol, tatlı bir gençlik ateşi, sıradan aileler ve şahane müzikler eşliğinde iki tutkulu insan: Marianne ve Connell. Uzak bir coğrafyada ne kadar da biz, aslında hepimiz. Kayboldukları her an, birbirlerinin bakışlarında alev alan ikili. Hiçbiri sen değilsin ama her anı sana dair, hepimize dair izlerle dolu.
KAPANMAYAN DEFTERLER
Sally Rooney’nin kitabından uyarlanan “Normal People” için bu dokunaklı giriş… İrlanda’da aynı küçük şehirde, lise yıllarında başlayıp, üniversiteye uzanan iki gencin sarsıcı sahiliği. Müthiş incelikli ve şahane dinginlikteki ruhları paramparça eden “gençlik” hikayesi.
BBC ve Hulu ortaklığıyla çekilen dizi şu an zirvede. Dijital platformlarda ilk haftada 17 milyon kişi tarafından izlenmesinin korona günlerinde eve hapsolmamızın etkisi var ama büyük övgüleri fazlasıyla hak ediyor.
Bitmeyen gelgitler, sürekli değişen güç dengeleri ve zengin ama ilgisiz bir ailenin, muhafazakâr baskısıyla gittikçe hırçınlaşan küçük Marianne’in zaferi. Hem aile hem erkekler hem sistem üzerine, ant içmişçesine hayata yüklenmesi. Küçükken dışlanınca gücü entelektüel sermayede buluyor ve asla bırakmıyor. Karşısına çıkan tutkulu Connell’ı da öyle.
Connell da hırpalanıyor. En çok da çevresiyle. Arkadaş baskısıyla (hangimiz yapmadık ki!) çok sevmesine rağmen sevdiğini yok sayıyor, ezilişini görmezden geliyor. Başarılı, gözde, yetenekli, edebiyat ve sanat düşkünü olması da buna engel olamıyor, ta ki azıcık büyüyene kadar… Ya da sahip olmak istediği insan güzelleşip, özgüven sahibi olana kadar.
12 bölüm boyunca hiç görünmeyen ama kızına uyguladığı şiddetle onun yapısal dönüşümüne etki eden babadan, kıskanç abiye, mutsuz anneden mutlu diğer anneye, kendin ol derken kendi olamayan varla yok arası sevgiliden, içinde büyüyen yangına dair tüm detaylar sanat eseri.
Avrupa’nın farklı kentlerine de taşan, en can alıcı yerini ise (bana göre) İtalya’da tamamlayan Normal People; senaryosu, oyunculukları, kurgusu, görselliği ve müzikleriyle usta işi bir seyirlik. Başrollerdeki Daisy Edgar-Jones ve Paul Mescal ise son yılların en iyi ikilisi! O kadar iyiler ki, ilk bölümden sonuna kadar aralarına karışıp, yaralarını sarmak istiyorsun. Üzülmesin, kırılıp incinmesinler diye. Bunu yapmak isterken, aslında kendi yaralarını da onarmak istiyorsun. Hala kapatamadığın, hala korkarak dokunduklarına dair…
SAHİCİLİĞİN BÜYÜSÜ
Hikâye böyle sürüp giderken, pencere kenarındaki büyümüş haliniz ergenliğinizi fazlasıyla alaya alabilir. Çünkü büyüsen de hâlâ orada oturup bekleyen sensin. Bugün bile herkesin güç dengeleri, çevre baskıları, aşka tutunması ya da tutunamaması hep dış faktörlerle belirleniyor. Hiçbirimiz gerçek kendimiz, hiçbirimiz gerçek aşıklar olamıyoruz. Sürekli baskı altındayız ve büyüdükçe korkularımıza yenik düşüyoruz. Şimdi dönüp tüm yorumları okuduğumda herkesin oyunculuklar, müzikler ve çekimlere dair şahane tespitleri var. Bunca insan kendinde bir şeyler bulduysa dizinin gençlik dizisi olma ötesinde bir iddiası var: SAHİCİLİK! Hepimize dokunan ve iyi gelen asıl bu sahicilik ve cesaret aslında. Özlemişiz abartısız bir hikayenin içine düşüp “normal”in gücüyle böylesine sarsılmayı.
SAHİ AŞK NEYDİ?
Kapatırken: Bir yaz vakti İtalya’nın tatlı bir köyünde dondurma yerken söylenen beylik bir cümle de, sarhoşken “Göz bebeklerimi görüyor musun? Seni görünce büyüyorlar” diyebilme cesaretini gösterdiğin o kutsal an da ilişkiyi aynı derecede kuvvetlendiriyor.
Farkında değilsindir ama, birlikte bir sanat eserine dakikalarca bakınca orada yakaladığın ahenk, aslında asıl özlediğin şeydir. Koynuna uzandığın o an başkası olsa da zihninden çıkmayandır gerçek sürgünün.
Ve işte o tutkuyla göz bebeklerinde büyüyen “sevgili”.
Aşkı sadece kalbe yormak büyük haksızlık.
Sahi aşk neydi?
İNSAN | Kategorinin diğer yazıları
Sosyal mesafe çemberinde sonsuza dek mutlu yaşadı…
Ekmeklerinin en sıkı müdavimi Sezen Aksu
En yeni seksi şef: Karpat Deviren
GSA’yla bol olasılıklı konuşma: ‘Hayat ikna olduğun şeye dönüşüyor’
Bir Milanolunun gözünden ‘yeni normal’
Antarktika’ya kendi kullandığı uçakla giden maceracı şef
Hareketli, yanık tenli, insan canlısı bir çocuk büyüttük Akyaka’da
Transhuman evrimine hazır mısınız
’74PODCAST’lerde gelecek konuşmaları
Korona günlerinde “Arizona Dream”
Tulum’da karantinada olmayı dj Carlita anlatıyor
Hayat, mutfağa kapanıp mükemmelin peşinde koşmak değil
Çünkü aylarca çeşitli manastırlarda kaldım…