top of page

Nisan 2020 | Botanik | Türkiye

Fem Güçlütürk’le botanik ‘talk şov’ 

Yazı | Onur Baştürk

Labofem’in yaratıcısı Fem Güçlütürk bir süredir Muğla’nın Ula/Çıtlık tarafındaki evinde yaşıyor. Evinin hemen yanına kurduğu serasında bitki atölyesine, üretimine devam ediyor. Bir yandan da bu konudaki tecrübelerini Youtube kanalı üzerinden bizlerle paylaşıyor. Fem’le bitkiler üzerine uzun uzun konuştuk. En sevdiğim cümlesi de şu oldu, söylemeden geçemem: 

“Bitkiye çiçek diyen tek millet miyiz bilmiyorum”. 

Gerçekten de öyle. Bitkilere artık çiçek demesek! 

Şimdi buyurun Fem’le botanik muhabbetimize… 

 

Bitkiseverler olarak ’Labofem'e hayranız! Bir süredir Muğla/Ula tarafındaki evinde de bir seran var. İşler daha da büyüyecek mi Fem yoksa bir noktada bu kadarı yeterli mi diyorsun? 

 

İstanbul'da ‘Labofem’i önce bir openhouse mantığıyla evde açmıştım hatırlarsan. Sonra evde oturacak yer kalmayınca ve gelen giden fazlalaşınca atölye-dükkanı açmıştım. Buraya yerleşince bir sezon daha böyle devam ettim, ama işin esas zevkli yanı aslında bir bitki daha satmak değil. Gelen kişilerle bitkiler üzerinden hoş sohbetler ve paylaşımlar yaşamaktı. Sonuçta İstanbul’daki dükkanı da kapayarak bitkileri buraya yaptığım seraya transfer ettim. 

Tabii bir noktada “salon bahçıvanlığı” beni kesmemeye başladı. Eller bir kez gerçek toprağa deyince saksı filan daha yapay kalıyor! 

Burada gıdamızı da üretmeye başladık. Türü tehlikede olmayan ama endemik olan harika bitkileri tanıyıp kendimce korumaya almak üzere toplamaya başladım. Yani burada iş ticari olarak büyümeyecek belki, ama manevi olarak, tecrübe olarak bağ bahçe, peyzaj, ekolojik açıdan daha adil bir düzen gibi felsefelerle dönüşeceğe benziyor. Şimdilik Labofem youtube kanalında bu tecrübeleri aktarmaya devam...

 

Bitki bakımı herkesin ilk etapta, “Ama ben bakamıyorum ki!” diye mızıkçılık yapmaya çok müsait olduğu bir alan. İnsanlar bitkilere bakmaya mı üşeniyor yoksa aslında haftada bir su vermeyi bakmak olarak mı düşünüyorlar? Ne dersin? 

 

Sanırım bağlamımızdan kopunca, bitkiyi de saksıda duran, plastik bitkiden tek farkı haftada x defa su vermen gereken dekor objeleri gibi görmeye başladık. Şimdilerdeki dijital yalnızlıkta ise bitkiler bir yoldaş, bir can, bir güzellik, hayata bağlanmak için kıymetli tutunacak bir dal haline geldi. Özellikle şu günlerde çokça mesaj geliyor bu fikre kapılmam için. Eskiden anneler, ananelerin bitkilerini geri planda, hayal meyal veya evin bir parçası olarak bilirdik ama iş tek başına yaşamaya gelince annelerimizin onlarla konuştuğunu hatırladık! 

Şimdi yeni bir lisan öğrenmeye çalışıyoruz. 

 

İlk zamanlarda bitkiden çıkan çiçek sapını görüp ‘Bitkiye bir şeyler oluyor’ diye soran oluyordu. Hatta ’Büyüyor mu bunlar?’ diye sorular geliyordu. Bitkiye çiçek diyen tek millet miyiz bilmiyorum mesela! 

Şimdi daha çok kaynak var, neyse ki bilgilenmek isteyen daha kolay ulaşıyor artık.

 

EN SEVMEDİĞİM FICUS BENJAMIN! 

 

En sevdiğin bitki ailesi hangisi? 

 

Ben bu EN’li sorulara çok cevap veremiyorum. Niye dersen, mesela saksıda EN başka, salonda EN başka, balkonda En başka. Belki şöyle cevaplayabilirim: En sevmediğim Ficus Benjamin! Bir de en geleneksel orkideler: ) 

Onun dışında ot diye bilinip bahçeden yolunan bitkileri bile seviyorum. 

 

Peki bakımında zorlandığın bir bitki oldu mu? 

 

Evet, itiraf ediyorum: ‘Alocasia'lar ve ‘Calathea’lar çok nem, duru ılık su ve hep ılıman iklim istiyor. Ve ben o kadar bitkinin arasında onların nazına ayak uyduramıyorum! Birkaç tanesi hariç hep hezimet oldu. Bazen inat edip yine alıyorum, ama bir noktada vazgeçiyoruz birbirimizden! Zira burası kışın tahminimden soğuk oluyormuş. Eksi sekiz dereceleri gördük. Seramız ısıtmalı olmadığı için bazı hassas türleri evde tutuyorum. Kış aylarında ev sabahları dokuz derece filan oluyor. Hassaslardan bazıları dayanmadı. Başta üzüldüm, ama sonra buradaki şartlara ayak uyduran devam eder, edemeyen kusura bakmasın dedim. 

 

Şu an dekorasyonda trend olan çok bitki türü var. Mesela Ficus Lyrata. Evlere hangi bitkileri önerirsin? Kolay bakımdan zor bakımı olanlara doğru sıralayarak... 

 

Bence Ficus Lyrata ve Monstera popüler deyişle artık çan eğrisinde! Ama yine de hala çok güzeller. Tropik ve epifit kaktüs grubunda (ama dikenli değil) Rhipsalis, hem askılı saksıda hem kütüphane kenarında filan çok güzel duruyor.  Neşe'nin kepe sorunu gibi zaman zaman iğne yapraklarını dibine dökse de Kuşkonmaz diye bilinen Asparagus Setaceus ise büyülü formuyla sevdiklerim arasında. Ficus Lyrata’nın bakımı aslında çok kolay değil. Cereyanda kalmayı ve ani ısı değişimini sevmiyor. Yerini sevmesi lazım. Ayrıca yaprakları toz tutuyor, alerjik kişilere tavsiye etmem. Calathea çok popüler oldu, ama dedim ya en zorlar arasında. Çabuk bozuluyor yaprakları. Üstelik artık bitkiler ithal olduğu için pahalı. 

Sukulentlerden eflatun, mavi renkli olanlar çok ama çok güneş istiyor. Az ışıkta bozuluyor. Yeşil renkliler tercih edilebilir. Onlar bile ev ortamında biraz loşta kalıyor. Dev cam, balkon ve bol direkt güneş ışığı alan evlere öneriyorum. Beyaz lekeli, yani alaca Monstera çok ilgi çekiyor. Gel gör ki sırf yeşil olandan biraz daha fazla ışık istiyor. Çünkü yapraktaki beyaz alanlar fotosentez yapamayan alanlar. 

Philodendron bipinnatifidum, büyük yapraklı olan görkemli bir bitki mesela. Bakımı da kolay. Monstera'dan sıkılanlar için ideal. Aslında zor diye bir şey yok. Tıpkı evcil hayvan dostlarımızı tercih ederken yaptığımız gibi bireysel imkanlar ve şartlar değerlendirilmeli. Sık sulayabilecekler mi, ışık yeterli mi, tatildeyken bakacak kimse var mı, bütçe ne? Bitkiyi kendinize uydurmak yerine kendinize uygun, şartlarınıza uygun bitki almalısınız. 

Sukulentler su istemez diye de yanlış bir bilgi var. Halbuki gelişim dönemlerinde gayet düzenli sulama istiyorlar. Tropiklere göre belki daha seyrek sıklıkta veya daha geniş aralıklarla olsa da kesin bilgi o ki, sulanmaları gerek! Artık bu bilgilerden sonra seçim zevke kalmış. Onda da genellikle tek sayılar hoş oluyor. Üç farklı boy saksı veya tek bir güçlü form. Farklı yaprak ve gövde yapıları bazen yan yana gelince etkisini kaybediyor. O yüzden dikkatli olmak lazım. Büyük bitkiler daha seyrek ilgi istiyor ufaklara nazaran. En azından sulama açısından. 

 

Yeri sınırlı olanlara ise güzel bir saksıda tek bir ufak bitki bile büyük fark yaratıyor. Bir kütüphanede ya da bir orta masasında. 

 

Aranjmanlardan korkarım hep, çünkü ilk yapıldıklarında güzel gözüküp kısa süre sonra farklı yaşam ihtiyaçları veya büyüme hızları/formları yüzünden pejmürde hale gelir, saçı başı dağılmış gibi dururlar. Çiçekçiler bebek boylu olanları bir dev çanağa soku soku veriyorlar! İlk bakışta nefis, ama sonra biri 15 cm uzuyor, öbürü yandan sarkıyor, altı kuruyor. Her birini ayrı saksılara dağıtmakla uğraşmaya da kimsenin hali kalmıyor. Haydi hepsi gübre! O tip aranjmanları kesme çiçek mantığı ile geçici bir masa süsü olarak kabul etmek gerekir. 

 

KÖYLÜLER, “AY YAZIK” DİYORDU… 

 

Sormadan olmaz: Ula/Çitlik tarafındaki evinin mimari özelliklerini kendi gözünden aktarabilir misin? Nelere dikkat edildi? Mesela botanik açıdan?

 

Arsamızı antin kuntin işlerden anlamadığımız için imarlı aldık. Birikmiş bir paramız vardı. Mimar arkadaşımı arayıp bir konteyner yapmak istediğimizi ve bütçemizin limitli olduğunu bildirdik. O da konteyner projelerine hakim olduğu halde, “Arsanız imarlı, konteyner hem pinterest'te filan gördüğünüz gibi daha düşük bütçeli değil ve neden tanımlı metrelere bağlı kalalım, ben size aynı hisse verecek bir yapı tasarlarım” dedi. O noktada betonarme ve geniş alanı cam olan bir yapı çıktı. Zamansız bir yapı. 

 

Binanın yönü güneş hareketine, hakim rüzgara göre ayarlandı. Minimum malzeme kullanıldı. Mesela köyden gelenler, “Ay yazık yerler beton kalmış. Bir sıva, bir parke bile yok” diye üzüldü. Oysa tercihimiz temizliğini kendimiz yapabileceğimiz kadar basit ve fakat büyük evlere alışık olan şehirliler olarak çok da ufak olmasın idi. 

 

Sonuçta hem konum hem geniş camlarla dışarıda gibi bir iç mekan yarattık. Tek sorun "Kim oooo??” yerine "Bu kiiiim???" demek zorunda kalmamızdı! Gelenler bir anda salonun yere kadar 14 metre cepheli camında belirebiliyordu. O yüzden serbest girişi engelleyebilmek için ufak bir çit yapmak zorunda kaldık sonradan. Arsayı alırken çam ormanı yanı demiştik, öyle de bulduk. Önümüzde defne tarlası var. Bahçede zaten eski zeytinler ve çıtlık ağaçları vardı. Kalanını da ben 3 yıldır ellerimle dikiyorum....

bottom of page