top of page
LISBON_edited.png

November 2024 | Urban

TURKISH BELOW

NOTES FROM

the LISBON-ISTANBUL ROUTE

words & photos Onur Baştürk 

The Kissaten photos Charlie McKay

DSCF9632.JPG

As soon as I touch down in Lisbon—a city, like Istanbul, built on seven hills (see also: Rome)—I dive straight into an art tour. The purpose of my visit is clear: Lisbon Art Weekend (aka LAW). Plus, I’m ridiculously lucky to have an incredible guide by my side: Armanda Ribeiro, founder of the PR & communication agency O-Apartamento, who is faster than me and has organized everything to perfection.

LAW, held every November, isn’t your typical art fair. It’s a citywide “long weekend” event running from Thursday to Sunday. Each corner of Lisbon hosts something different—exhibitions, art talks, or events in galleries and art spaces. The challenge (and fun) is deciding which ones to catch. And here’s the best part: as you explore unfamiliar neighborhoods, you stop feeling like a tourist and start living like a local. For instance, I discovered Marvila, an up-and-coming area home to architecture studios and new art galleries, including Kubik Gallery. I also stumbled upon Alvalade, where Fundação Leal Rios and Appleton Gallery are located.

 

During LAW, I not only got to uncover Lisbon’s neighborhoods but also had the chance to experience its newest hotel: Locke de Santa Joana. Now, Locke Hotels are not your standard hotels. Let me remind you of their famous motto: “Designed not just to stay in, but to live in.” And they mean it. The rooms are both spacious and comfortable, featuring lifesaving amenities for frequent travelers, like a well-equipped kitchen and washer/dryer. Locke’s Lisbon location spans four different buildings, and I’ll admit, I got lost twice navigating its labyrinth-like blocks on my first day!

 

I also loved Locke’s whiskey bar, The Kissaten, and its restaurant, Santa Joana, for two reasons: the vinyl records playing at The Kissaten were fantastic, and almost every dish I tried at Santa Joana was delicious! The menu was crafted under the direction of renowned chef Nuno Mendes, a pioneer of modern gastronomy, whose culinary vision is deeply inspired by Iberian and Japanese cultures. The tuna dish we had to close out the night? Unforgettable.

 

AN UNEXPECTED TWIST AT CLUBHOUSE 

But my Lisbon notes don’t end here. More in Part 2 of this story... Now, let’s jump to the other city of seven hills: Istanbul. My first impressions start with the city’s much-talked-about new members-only club, Clubhouse. Positioned as a sort of local rival to Soho House, Clubhouse is, at its core, a chic gym. Yet, as one member joked, “I haven’t actually set foot in the gym yet.” Why? From what I’ve seen, most members prefer socializing in the lounge, which features strong spotlight-style ceiling lights that feel like car headlights beaming down on you—fun fact, I seem to be the only one bothered by this!

 

Social clubs are shaped by their members, after all, so I wouldn’t be surprised if most of the space eventually transforms into restaurants and bars. However, the Clubhouse team pulled off an unexpected twist on Saturday night. They turned their basketball court into a mini AKM (Istanbul’s iconic cultural center) and hosted a concert with pianist Ece Dağıstan and cellist Jamal Aliyev. I couldn’t help but notice Aliyev’s uncanny resemblance to Kit Harington (aka Jon Snow) and their harmony as a duo, especially during one of my favorite pieces, The Umbrellas of Cherbourg. 

 

The evening didn’t end quietly, as you might expect. Instead, it peaked at Momo, with DJ Tankut Karakurt’s music fueling the energy. I’ll credit my Kundalini Yoga sessions for this burst of liveliness—but that’s a story for another time.

Stay tuned for Lisbon-Istanbul Notes – Part 2. I insist you wait!

LİZBON- İSTANBUL HATTINDAN NOTLAR 

İstanbul gibi yedi tepeli bir şehir olan (bakınız: Bir de Roma öyle) Lizbon’a iner inmez sanat turuna başlıyorum. Çünkü geliş amacım belli: Lisbon Art Weekend (kısa adıyla LAW). Ayrıca ultra şanslıyım, yanımda benden daha hızlı ve her şeyi inanılmaz özenle organize etmiş şahane biri var, pr&iletişim ajansı O-Apartamento kurucusu Armanda Ribeiro. 

 

Her yıl kasım ayında düzenlenen LAW bildiğimiz sanat fuarları gibi değil, tüm şehre yayılan, perşembeden pazara süren bir ‘long weekend’ etkinliği. Şehrin her köşesindeki galeri ya da sanat alanında farklı bir sergi, art talk ya da event oluyor. Artık hangisine yetişebilirseniz. Keza işin zevki de burada: Bilmediğiniz mahalleleri keşfederek turist olmaktan çıkıp tam bir lokal oluyorsunuz. Mesela Kubik Gallery’nin de yer aldığı, mimarlık ofisi ve yeni sanat galerileriyle yükselişte olan Marvila’yı bu sayede keşfettim. Ya da Fundação Leal Rios ve Appleton Galeri’nin bulunduğu Alvalade’yi… 

 

LAW sırasında şehrin mahallelerini keşfetmek kadar en yeni otelini deneyimleme şansım da oldu: Locke de Santa Joana. Malum, Locke Otelleri bildik otellerden farklı. Meşhur mottolarını hatırlatayım, “Sadece uyumak için değil, içinde yaşamak için yapılmış bir otel”. Gerçekten dedikleri kadar var. Odalar hem rahat ve geniş hem de donanımlı bir mutfak, çamaşır/kurutma makinesi gibi sıkça seyahat edenlerin çok seveceği hayat kurtaran ayrıntılara sahip. 

 

Locke’un Lizbon’daki oteli dört farklı binadan oluşuyor ve itiraf ediyorum, ilk gün labirent gibi bloklar arasında iki kere kayboldum! Locke’un viski barı The Kissaten ve Santa Joana restoranını ise şu iki açıdan sevdim: The Kissaten’de çalan plaklar harikaydı, Santa Joana’nın ise neredeyse tattığım her tabağı lezizdi! Çünkü restoranın menüsü Iber ve Japon kültüründen derinden etkilenmiş, modern gastronominin öncülerinden ünlü şef Nuno Mendes’in direktörlüğünde hazırlanmıştı. Özellikle tunalı son tabağımız unutulmazdı! 

 

CLUBHOUSE’DAN TERS KÖŞE 

 

Lizbon notları elbette burada bitmiyor. Devamı bu yazının ikinci kısmında olacak… Şimdi sıra diğer yedi tepelide, yani İstanbul notlarında. 

 

İlk izlenim, şehrin son dönem çok konuşulan üyelikli kulübü Clubhouse’dan. Soho House’un bir bakıma lokal rakibi olmaya soyunan Clubhouse aslında özünde şık bir spor salonu. Ama bir üyenin esprili bir dille aktardığı gibi, “Henüz spor salonuna gitmişliğim yok”. Nitekim gördüğüm kadarıyla çoğu üye, kulübün araba farı stili bir tavan aydınlatmasına sahip olan (benden başka bu spotlardan şikayet edeni görmedim, o da ayrı!) lounge alanında sosyalleşmeyi daha çok seviyor. Sonuçta sosyal kulüpler böyledir, her şeyi oraya gidenler insanlar şekillendirir. Bu nedenle bir süre sonra buradaki alanların çoğu restoran-bar olursa şaşırmam! 

 

Ama CH ekibi cumartesi gecesi ters köşe bir şey yaptı. Basketbol sahasını mini bir AKM’ye dönüştürdüler ve burada piyanist Ece Dağıstan ile çellist Jamal Aliyev bir konser verdi. Jamal Aliyev’in Kit Harington’a (namı diğer Jon Snow) olan benzerliğine ve ikili arasındaki uyuma (özellikle de pek sevdiğim The Umbrellas of Cherbourg’u çalarken) dikkat kesildiğim gecenin sonu beklendiği gibi sakin değil, tam aksine Momo’da, dj Tankut Karakurt’un müziklerinde coşarak sona erdi. Bu taşkın enerjimi de son zamanlardaki Kundalini Yoga seanslarımın hararetine bağlıyorum -ki o da ayrı hikâye… 

 

Neyse, Lizbon-İstanbul Notları-Kısım 2 yakında. Israrla bekleyiniz.

bottom of page