Eylül 2020 | Art | Türkiye
İçinden Matisse ve Warhol geçen minyatürler
Yazı | Onur Baştürk
Önce Mamut Art Project’te, daha sonra da 2017 yılında Londra’daki Saatchi Galeri’de sergilenen ”Mitoloji” serisinde minyatür sanatını Starbucks kahve bardaklarına taşımıştı. Taner Ceylan’ın küratörlüğünü yaptığı “Olimpos / Portreler-1” sergisinde ise şeffaf kağıt üzerine tamamı 24 K. gerçek altınla yapılmış “Otoportre” isimli çalışmasıyla dikkatleri çekmişti.
Onu kısaca “minyatürü güncel hale getiren sanatçı” diye tanımlayabilirim. Onur Hastürk’ten bahsediyorum. Şu anda Anna Laudel Düsseldorf’ta açılan ve ekim ayı sonuna kadar sürecek “Asimilasyon” sergisiyle gündemde. Serginin ana damarı Matisse ve Warhol. Onları buluşturan ise minyatür. İşte Onur Hastürk’ün kendine has dünyası…
“Asimilasyon” sergisinde minyatürün dünyasıyla Henri Matisse ve Andy Warhol'un dünyasını kesiştirmek nereden aklınıza geldi? Farklı dünyaları buluşturmaktan alınan haz mı yoksa yurtdışına yönelik bir hamle mi bu?
Uzun süredir Doğu-Batı, geleneksel-güncel, geçmiş ve günümüz arasında bağ kurmaya çalışıyorum. Üretim süreçleri öncesinde de yoğun okuma ve araştırmalar yapmaktayım. Böyle bir esnada Goethe Enstitüsü’nde düzenlenen “Modern Sanatta İslam Estetiği” başlıklı sempozyumun 2005 Aralık tarihinde yayımlanan bildiriler kitabında Henri Matisse’in 1910 yılında Münih’te, Ernst Kühnel tarafından düzenlenen “İslam Sanatının Şaheserleri” sergisini ziyaretinin ardından söylediği şu sözler sergimin çıkış noktasını oluşturdu:
“Doğu minyatürleri benim için mümkün olan duyu algılamalarının bütün biçimlerinin farkına varmamı sağladı. Bu minyatürlerde kullanılan resim türü ile bu sanat büyük ve gerçekten kendine has bir alanı ifade ediyor. Bu da benim taklitçi resimden kurtulmama yardımcı oldu”.
Vay, bunu bilmiyordum…
Öte yandan Matisse, özellikle 1910-1929 yılları arasında “Odalisque” (Türkçe kökenli “Odalık”) adını verdiği elli civarındaki yağlıboya resim çalışmasıyla beni kendine çeken sanatçıların başında oldu. Doğu sanatından feyz alarak, batıda yeni bir dönem açan ve zihnimde kıvılcımlar çakmasına sebep olan Matisse’in bu resimleri bende kendi kültür ve geleneklerimin etkileşimiyle birlikte yeniden asimile etme arzusu oluşturdu.
BİZİ BİRBİRİNE BAĞLAYAN GÖRÜNMEZ BAĞ
Peki Warhol?
Warhol’un “A Gold Book” kitabı ve serisinde yer alan kağıt üzerine altın kaplama olarak yaptığı çizimlerde farklı desenleri (kadın ayakkabıları, feminen oğlanlar, davetkar figürler vb.) beni inanılmaz etkilemiştir. “Altın”ın yüzyıllar içinde sanat malzemesi olarak kullanımı ve sanattaki çok katmanlı ilişkisi benim için hep ilgi çekici oldu.
Andy Warhol’un eserlerimdeki ilk yansıması ise katılımcısı olduğum ve güncel sanatta görünür olmamı sağlayan 2016 Mamut Art Project’te, Starbucks kâğıt bardakları üzerine klasik minyatür eserleri yorumladığım “One More Coffee” serisiyle başladı.
Böylece batı sanatının parlayan yıldızları Matisse ve Warhol’la farklı zamanlarda da olsak, bizi birbirine bağlayan görünmez bir bağın olduğunu farkettim. Aslında her şey oradaydı, karşımda beni bekliyordu. Geriye sadece şimdiki zamanda bir minyatür sanatçısının gözünden bunun nasıl görüldüğünü göstermek kalmıştı.
Dolayısıyla 110 yılın ardından (mekansal bir referansla), Matisse eserlerinin klasik minyatür üslubunda yeniden yorumlandığı bu sergiyi, ilk olarak Almanya / Anna Laudel Düsseldorf Galeri’de izleyiciyle buluşturma fikri ortaya çıkmış oldu.
HEP KABINA SIĞMAYAN BİR ADAM OLDUM
Minyatür gerçekten her alana uyarlanabilir mi? Sınırları var mı? Ne kadar özgür olunabilir minyatürde?
Ana sanat dalım Tezhip ve Minyatür ama eğitimim boyunca fakültedeki diğer tüm geleneksel ve plastik sanatların üretim disiplinlerine de ilgim oldu.
Hocalarımız bize eğitim yıllarında gelenekselin bir oda olduğunu ve bu odanın içinde istediğimizi yapabileceğimizi söylediler. Ama ben hep kabına sığmayan bir adam oldum. O odaya pencereler çizdim gökyüzünü görebilmek için, kapılar çizdim başka odalara geçebilmek için, fırça benim elimdeydi ve sınır yalnızca kendimdim…
Yüksek lisansımı Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi’ndeki “Suver-ul Kevakib” adlı 15. yüzyıla ait bir astronomi kitabının analizi üzerine yazarken, tezimi bitirmeme yakın Mamut Art Project‘e kabul edildim ve orada da Starbucks’ın kağıt bardaklarının üzerlerine saray nakkaşhanelerinde sultanlar için nakşedilen minyatürleri ve tezimde incelediğim burçların minyatür figürlerini yeniden yorumladım.
MİNYATÜR BENİ SEÇTİ
Peki en başta neden minyatürü seçmiştiniz?
Açıkçası ben onu değil de, sanki o beni seçti. Varoluşu anlamaya ve kendimi tanımaya çalıştığım bu yolculuğumda sanatın bana yol göstermek için hep bambaşka ufuklar açtığını düşünürüm. Geleneksel sanat anlayışı; yeryüzü gibi görünen ve görünmeyen sınırlarla (coğrafi, siyasi, kültürel, inanç vb.) çevrili. Sanki bir simülasyon içindeymişiz gibi; karşımızda figürler, desenler var ama gölgeleri yok. Aslında iki boyutlu ama içinde sonsuzluğa açılan boyutlar saklı.
Her zaman bir kuralı bir sınırı var, ama benim için bu sınırları kullanarak sınırsızlığa ulaşılacak bir akıl oyunu gibi… İçinde olduğunuz odadan başka odalara geçmenizi sağlayan kapılar açıyor zihninizde. Ben bazı kapıların eşiğinde durup sadece içeriyi izlerken bazılarından da içeri girip yeni ve farklı yaşamları keşfediyor ve bu yaşamları kendi hayatıma asimile ederek kendimi yeniden tanımlıyorum.
Serginin adı “Asimilasyon”. Aslında negatif içeriği olan bir kavram. Yaptığınız sentez asimilasyona girer mi yoksa bu kavramdan kastınız başka bir durum mu?
Sanat tarihçi Thadeus Jay Dare Dowad tarafından sergi kataloğuna yazılan bir yazıyı alıntılamak isterim: “İslam sanatı her zaman Roma ve Bizans’ın ve İslamiyet öncesindeki İran, Afrika, Güney Asya ve Çin’in sanat geleneklerini harmanlayan asimilatif bir varlık oldu. Doğu ve Batı sanat kültürleri için bir pota olarak, İslam sanatı yüzyıllar boyunca İslami alanda yeni ve gelişmekte olan gelenekler oluşturmak için coğrafi olarak uzaklara yayılan stiller ve teknikleri özümsedi”.
Bu bağlamda Asimilasyon; özümseme, benimseme anlamlarıyla bu sergide yer alıyor. Farklı kültürlerin aynı sanat üzerinde ilişki kurduğu bir anlayışa dönüşüyor.
MİNYATÜR VE ÇIPLAKLIK
Minyatür ve çıplaklık meselesi de kafamı kurcalıyor. Seks pozisyonları bile rahatlıkla yer alabilmiş bildiğim kadarıyla minyatürlerde. Sizce minyatürün bu anlamda tavrı nedir? Osmanlı ve İslam sanatı kelimeleriyle yan yana gelince haliyle kafada kalıplar oluşuyor çünkü. Ne dersiniz?
Minyatür, Türkler’in İslamiyeti kabul edişinin yüzyıllar öncesine konumlanan bir kronolojide yer alması itibariyle İslam öncesi bir süreçten günümüze geliyor.
İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde bulunan Enderunlu Fazıl’ın minyatürlü “Hubanname” (erkek güzelliğiyle ilgili) ve “Zenanname” (kadın güzelliğiyle ilgili) yazmalarındaki kimi kadınların göğüsleri tam açıktır. Bunlarla beraber hamamda yıkanan çıplaklar, üryan ya da uçkuru çözülmüş uzanan oğlanlar, göğüs dekolteli kadınlar, hatta seks sahnelerinin olduğu minyatürler de gösterilmiştir. Bunun gibi çıplak kadınlarla ya da oğlanlarla ilgili daha pek çok örnek vardır. Dolayısıyla günlük yaşamın doğal bir parçası olan cinselliğin Osmanlı nakkaşları tarafından da en naif şekillerde resmedildiği görülmektedir.