top of page
the_mire.png

Mayıs 2020 | Art | Türkiye

‘Resimlerin kendi içinde tedirgin olmasını önemsiyorum’ 

Yazı | Onur Baştürk

Onur Mansız’ı ilk kez 2012 yılındaki Contemporary’de keşfetmiş ve herkes gibi hipergerçekçi tarzından ötürü Taner Ceylan’la karşılaştırmıştım. O zamandan beri de çalışmalarını takip ediyorum. İşlerine baktığımda hissettiğim şey hep romantik bir karamsarlık. Mansız için ise “Bilinmezliğin ve anlamsızlığın getirdiği bir korku ve tedirginlik hali” de var resimlerinde. Nedeni, onunla yaptığımız konuşmanın içinde saklı… 

 

İlk bakışta çalışmalarınız beden odaklıymış gibi görünüyor. Ama aslında o bedenlerin iç dünyasına odaklısınız. Figürlere yansıttığınız görüntüler de bunun eşlikçisi gibi. Yola çıkarken tam olarak istediğiniz bu muydu yoksa yoldayken mi her şey şekillendi? 

 

Beden, sanat tarihinde en çok üzerinde çalışılan alanlardan bir tanesi. Hatta ilki. Çalışma pratiğim en başından beri figürler ve portreler üzerinden bedene müdahale etme, değiştirme üzerine kuruluydu. Bu noktaya girmeden önce çok şey denedim; video, fotoğraf gibi yine iki boyutlu alanlarda üretimlerim oldu. 

 

Bedeni, öznenin dış dünyayla kurduğu ilişkiden doğan, varlığa dair tüm soruların filizlendiği yer olarak tanımladığımızda sadece form olarak ele almamız mümkün değil. İnsana dair geniş bir sorgulama alanı olarak görmemiz gerekiyor bedeni. 

 

Figürlerin üzerine yansıttığım görüntüler ise beden üzerinde ikinci bir deri gibi. 

Ona ait bir hafıza yaratıyorlar. Figürlerin ruhsal hallerini dışa aktarabilen ikinci bir katman olarak bedenin üzerine yapışıyorlar. 

 

SİZİ HEP İYİ YAPTIĞINIZ ŞEYLE GÖRMEK İSTİYORLAR

 

“Yolda” demişken, sizi ilk keşfettiğim Contemporary Istanbul’dan bu yana neler değişti çalışmalarınızda? 

 

Bahsettiğiniz fuar 2012 senesiydi. O dönemden bu yana sergilediğim çalışmaların dışında birçok yeni şey denedim. Bunların çoğu ne yazık ki bir denemeden öteye geçemediği için atölyeden dışarı çıkmadı. Her ne kadar içinize sinmese de farklı şeyler denemek insanı olumlu yönde değiştiriyor. Düşüncelerinin diri kalmasını ve sürekli yeni bir stratejinin içinde büyümesine yardımcı oluyor. 

 

Mesela son zamanlarda resimleri yaparken kılavuz olarak kullandığım fotoğrafı 3D software yardımıyla üreterek yeni çalışmalar yapmaya başladım. Fakat henüz istediğim seviyede olmadığı için denemeye devam ediyorum. 

 

Sanatçıların farklı alanları denemeleri, araştırmaları ve keşfetmeleri gerektiğini düşünenlerdenim. Sürekli aynı şeyi bir ömür boyu tekrar etmek yaşamın kendisine aykırı. 

 

Bununla birlikte içinde bulunduğumuz piyasa da sizi sürekli iyi yaptığınız şeyle görmek istiyor. Denemek risk almak demek. O yeni şeyi keşfetme ve içselleştirme arasında geçen süreç hayli yıpratıcı. Bu da sizi ister istemez bildiğiniz sularda yüzmeye mecbur bırakıyor. 

 

En merak ettiğim: Figürlerin üzerine yansıtılan görüntüleri bireylerin kendisi de bir nebze belirliyor mu yoksa son söz sizde mi?

 

Genellikle kafamda belli bir fikirle çekime başladığım için nasıl bir sonuç alacağımı aşağı yukarı biliyorum. Yine de tanıdığım insanlarla çalışırken bazı kararları çekim esnasında birlikte aldığımız oluyor. Bazen, çok nadir de olsa, doğaçlama yaptığımız zamanlar da var. Bu süreçte modellerle birlikte görsellere bakıp üzerine karar alabiliyoruz. Ama genellikle istediğimi yakalamışsam çok fazla deneme yapmadan çekim sona eriyor. Çünkü çok fazla alternatif olduğunda kararsız kalmaktan korkuyorum. 

MODELLER YAKIN ÇEVREMDEN İNSANLAR

 

Model olarak yakın çevrenizden kişileri seçtiğiniz doğru mu?

 

Evet, birlikte çalıştığım modeller gerçek hayattan, yakın çevremden insanlar. Birkaçı hariç hiçbiri profesyonel model değil. Bugüne kadar çok az profesyonel modelle çalıştım. Bunun haricinde resimlerde kullandığım tüm modeller arkadaş çevremden seçtiğim kişiler oluyor. Okul arkadaşım, yakın dostum, onun sevgilisi ya da hayatımda olan insan ve çevresi. 

 

Bildiğim insanlarla çalışmanın beni en çok rahatlatan tarafı onların yüz ifadelerinden istediğim duygu geçişini kolay yakalıyor olmam. Dolayısıyla daha eskiz aşamasındayken kafamda o insanın yüzüyle ya da bedeniyle birlikte belli bir fikri canlandırabiliyorum. Tanıdığım insanlarla çalışmanın artılarından bir diğeri ise onlarla iletişim kurmanın benim için daha kolay olması. Biraz içe kapanık biri olduğum için yeni tanıştığım insanlarla olan iletişimim zor gelişebiliyor. Tanıdığınız ve güvendiğiniz insanlarla çalışmak hem kolay hem de ortaya samimi bir sonuç çıkıyor.

 

BİLİNMEZLİK VE ANLAMSIZLIĞIN GETİRDİĞİ KORKU

 

Pesimist bir his geliyor çalışmalarınızdan çoğunlukla. Ama bu bana iyi geliyor mesela. Yer yer romantik bir pesimistlik mi acaba, ne dersiniz? 

 

Resimleri ortaya çıkarırken onların kendi içinde tedirgin olmalarını önemsiyorum. Gerek renklerle ve bedenlerin üzerine katmanlandırdığım imgelerle gerek modelin bakışları ya da duruşuyla bu tedirginlik hissini yakalamaya çalışıyorum. 

 

Çünkü benim de hissettiğim şey bu: Bilinmezliğin ve anlamsızlığın getirdiği bir korku ve tedirginlik hali. Hayatta kalabilmek için hissettiğimiz en önemli ve gerekli duygunun korku olduğu savıyla birlikte, figürleri bir belirsizlik içinde konumlandırıyorum. Sanki kendi bedenlerine yabancılaşmış gibi, ağır bir meselenin içine hapsolmuş gibi, bakışlarıyla ya da vücut postürleriyle hissettiriyorlar bunu. Ben de bu hissi seviyorum.

 

HİPERGERÇEKÇİ OLARAK ADLANDIRILMAYI SEVMİYORUM 

 

Hiperrealist tarzın bir halkası olarak mı görüyorsunuz kendinizi yoksa “Tüm bu tanımlarla işim yok” diyenlerden misiniz? 

 

Küçüklüğümden beri gerçekçi resim ve çizimler yapıyorum. Özellikle yağlı boya üzerinden konuşacak olursam, tuval üzerinde bıraktığım boya belli bir yakınlıkta incelendiğinde tamamıyla soyut bir leke. Ve bu lekeler birbirleriyle iletişime geçerek daha büyük bir doku meydana getiriyor. Sonuçta bu doku soyutluktan kurtularak beynimizin tanımlayabildiği bir şekil olarak beliriyor. Ortaya çıkan resim, küçük ölçeklerde, onu yaparken kullandığım dijital kılavuzundan uzaklaşıyor. En geniş anlamda ne kadar tıpkılık barındırsa da, resmi çok küçük bir kesitten değerlendirdiğimizde boya kalınlığını, üst üste binmişliğini, renklerin karışımını ve birbirlerini nasıl kirlettiklerini gözlemliyorsunuz. Bu da resmin fotoğraftan farklı olarak daha öznel bir dile sahip olmasını sağlıyor. 

 

Resimlerin olabildiğince az foto-gerçekçi öğeler barındırması adına alan derinliği, parlama, hareket bulanıklığı gibi fotoğrafa ait belirleyici özellikleri hiç kullanmamaya ya da olabildiğince az kullanmaya dikkat ediyorum. Bununla birlikte, fotoğrafı milimetrik bir titizlikle kopyalamayı amaçlamıyorum. Zira resimlerimdeki birincil hedef onların fotoğrafik olması değil. Seçtiğim kompozisyonla, arka planla ya da sonradan müdahale edip değiştirdiğim özellikleriyle birlikte ortaya çıkan resim, gündelik bir fotoğrafın taşıdığı spontanlığı taşımıyor. Bu anlamda ondan ayrılıyor. 

 

Bununla birlikte zanaat benim için önemli. İyi bir teknik uygulamaya özen gösteriyorum. Ama bunun içeriği gölgelemesini istemem. Resimlerde dengeli bir dil yakalamaya çalışıyorum. O nedenle kendimi hipergerçekçi olarak adlandırılmayı sevmiyorum. Ama ne yaptığınıza dair bir ön bilgi olarak, kategorik anlamda söylenmesi yanlış değil.

İNSANLARIN BENİ TANER CEYLAN’LA KARŞILAŞTIRMASI DOĞAL 

 

Çalışmalarınıza ilk baktığımda ben de sizi Taner Ceylan’la kıyaslamıştım. Ama yıllar içinde kıyasa gerek kalmadı. İkiniz arasında bir benzerlik yok bence. Siz Taner Ceylan’ı nasıl bulursunuz peki?

 

Taner Ceylan bildiğiniz gibi Türkiye sanat dünyasının en tanınan sanatçılarından birisi ve benim de yıllardır takip ettiğim bir sanatçı. Özellikle ‘kayıp resimler’ serisini çok seviyorum. Beni, geçmiş yıllarda, gerçekçi üslubum ve figür kullanmam dolayısıyla ona benzetenler ya da kıyaslayanlar oldu. İlk sergimi 2014 yılında açtığımda Taner Ceylan herkes tarafından tanınan bir ressamdı. Dolayısıyla insanların beni onunla karşılaştırmasını doğal buluyorum. Bununla beraber dünya üzerinde beden üzerine çalışan ve gerçekçi resimler yapan sayısız sanatçı var. 

 

Sanatçılar gerek teknik gerek kavramsal alanlarda birbirlerini etkiler ve ilham alır. Ya da ilham kaynağı olur. Sanat tarihi boyunca ilerleyiş bu şekilde. Bu sadece sanatta değil, tüm yaratıcı alanlarda böyle. Ortaya çıkan şey özgün bir içeriğe sahipse ve onu yaratan kişiyi temsil edebiliyorsa bir sanat eserinden, bir filmden, bir kitaptan ya da bir insandan etkilenmeyi yaratıcı sürecin doğal basamaklarından biri olarak görmeliyiz diye düşünüyorum. 

 

Özgünlük kimseden ya da hiçbir şeyden etkilenmemek anlamı taşımıyor sonuçta. 

Sırf ona böyle öğretildi diye ya da aksini aşağılık bir şey olarak gördüğü için hayatı boyunca hiçbir şeyden etkilenmediğini ya da ilham almadığını, tüm ilham kaynağının kendisi olduğunu iddia eden sanatçı tanıdıklarım oldu! Bu durumun imkansızlığını göremeyecek kadar korkmuş ya da korkutulmuşlardı sanırım. 

 

10 YILDIR OURENSE’DE YAŞIYORUM

 

İspanya’daki Ourense kasabasıyla bağlantınız nedir? Orada da yaşamaya devam ediyorsunuz gibi bir şeyler okudum, ama tam anlayamadım… 

 

Yaklaşık 10 yıldır -bir ayağım hâlâ İstanbul’da olmasına rağmen- burada yaşıyorum. Önce bir Erasmus programıyla 2008’de geldim İspanya’ya. 

Sonrasında Vigo Üniversitesi’nde yüksek lisans programını tamamladım ve hayat bir şekilde beni buraya bağladı. Şu an burada yaşamımı ve çalışmalarımı sürdürüyorum. 

 

Yeni bir sergi olacak mı önümüzdeki günlerde? 

 

Covid-19 öncesi kararlaştırılmış ve bu sene sonu için tarih belirlediğimiz, İspanya’da gerçekleştireceğim bir sergi vardı ama önümüzdeki seneye ertelendi. 

Şu an her şey iptal olmuş durumda ve yeni bir tarih belirlemek şimdilik imkansız. Bunun dışında eylül ayında Contemporary İstanbul’da yeni işlerim sergilenecek. Eğer istediğim tempoda çalışmayı sürdürebilirsem önümüzdeki sene İstanbul için de bir sergi yapmak planlarım arasında. 

 

EN ZAYIF HALKA SANATÇILAR 

 

Elbette geçtiğimiz aylarda yaşadığımız izole günlerin etkisini sormazsam olmaz. Atölyede yeni işler yaratabildiniz mi? Yoksa tamamen durdunuz mu? 

 

Normalde de fazla sosyal aktivitesi olan biri olmadığım için rutinime ve çalışmalarıma zorlanmadan devam edebildim. 

 

Maalesef bencil bir sistem içinde büyüyüp bencil kodların içerisinde yaşamaya çalışıyoruz. Gücü olanın her zaman talep ettiği ve o talebin karşılık buldukça daha da çoğaldığı ve rahatsız edici bir hal aldığı bir insan mekanizması var önümüzde. Sanat dünyası göz önüne alındığında bu zincirin en zayıf halkası olan ‘sanatçılar’ için en iyisini dileyip umut beslemekten başka seçeneğim olmadığı için üretime devam ediyorum.

 

İlham kaynağınız nedir ya da kimlerdir?  

 

İlham almak adına çok farklı alanlardan besleniyorum. Bunların başında sinema ve müzik geliyor. Sıkı bir film izleyicisiyim. Bu her çıkan filmi izliyorum anlamında değil, daha çok takıntı derecesinde sevdiğim yönetmenlerin filmlerini tekrar tekrar izlemek anlamında. Eski sinemacılardan Tarkovsky’nin Stalker’ı, Ayna’sı, Bergman’ın Persona’sı ve sonrasında Lars Von Trier’in her filmi… 

Yenilerden ise Robert Eggers beni etkiliyor.

 

Güncel sanatçılardan Cindy Sherman, Marlene Dumas, aynı zamanda yüksek lisansta hocam olan Marina Nuñez beni son yıllarda en çok etkileyen ve takip ettiğim sanatçılar. 

 

Müzik dinlemek de kafamdaki projeleri düşünürken hayal kurmama yardımcı oluyor. Resim yaparken de sürekli olarak dinlemeyi tercih ettiğim ve bana ilham veren müzisyen ve gruplar var: Steven Wilson, Opeth, Dream Theater, Katatonia gibi. 

ART | Kategorinin diğer yazıları

yuzulogoweb2.png
bottom of page