top of page
DSC04464.jpg

Eylül 2021 | Art | Türkiye

ÖZGE HORASAN

“Dünya kendisine benim içimden bakıyor”

Yazı | Tuba Kocakaya

Biyoloji eğitimi aldı, kendini doğal malzemelerle çalışan bir deneyci olarak tanımlıyor. Özge Horasan, Kadıköy’deki Koli Art Space’de 16 eylülde açılacak ilk sergisi “Dünya Kendisine Benim İçimden Bakıyor”u anlattı. Sergi, 10 ekime kadar açık.

 

Özge, öncelikle seni tanıyabilir miyiz? Şu anki serginde odaklandığın teknik ve kavramsal konuları özetleyebilir misin?

 

Kendimi basitçe, doğal malzemelerle çalışan bir deneyci olarak tanımlayabilirim. Doğal boyama; yani bitkisel, hayvansal ve mineral kaynaklardan renk elde etmek, özellikle yoğunlaştığım alan. Hacettepe Üniversitesi’nde biyoloji eğitimi aldım ve aynı bölümde bitki biyolojisi üzerine yüksek lisans yaptım. 2010 yılında akademiden ve bilimsel çalışmadan ayrılıp bağımsız sanat alanına yöneldim. Şu an Datça’da yaşıyor ve buradaki stüdyomda çalışıyorum.

 

“Dünya Kendisine Benim İçimden Bakıyor” ilk kişisel sergim. Pratiğim çok büyük oranda rastlantısallık, kendiliğindenlik ve doğal malzeme ile uyumlanma içeriyor. Kendi üretim sürecimin tamamen benim kontrolümde olmadığı anlamına geliyor bu. Kendimi geride tuttuğum, karşılaşmaların ve malzemenin kendi doğasının sürece yön vermesinden zevk aldığım yollar izliyorum. Açıkçası malzemeye ve sürece hükmetmemek, kendimi dayatmamak beni çok rahatlatıyor. Fakat buradan salıverilmiş bir deneysellik içinde çalıştığım da anlaşılmasın. Özellikle bitkilerden renk elde etme ve renkleri doğal elyaflara bağlama konusunda oldukça ayrıntılı reçetelere sahibim. Tekniğimin analitik kısmı ile benim için ruhani anlamlar barındıran kısmını dengede tutmanın önemli olduğunu düşünüyorum. İşlerin tamamının böyle bir dengeleme ve uyumlanma araştırması olduğunu söyleyebilirim.

 

Bu sergide ‘el’e bir vurgu olduğunu da eklemeliyim. Elin kendi akışına kapılmanın, eli çalıştırmanın bana fazladan iyi geldiği bir kış geçirdim. Özellikle yorganlar bunun bir sonucu. Hepsini ince ince günlerce elde diktim. Güzel rastlantılar sonucu bulduğum, kendi topladığım taş ve toprakları kullandığım işler ise elimin kendi düşüncesinin somutlaşmış hali bana göre. İşlere dokunulabilir olması ise insanlarla ilişki kurma yollarımdan biri.

 

“OLDUĞUMUZ HER YERE YIKIM SAÇIYORUZ”

 

Doğa ve malzeme ile ilişkin hassas ve farklı bir diyalog kuruyor. Neden birçok kişi için bu kadar karmaşık ve oldukça zahmetli bir çalışma sürecini tercih ediyorsun?

 

Bunu kendime de sorduğum oluyor. Özellikle hızlı tüketime indirgenmiş bir zamanda, akıntıya karşı kürek çekiyor gibi hissettiğim durumlarda. Bu bir tür inanç meselesi. Doğal olan ile bağ kurmanın temel ihtiyacımız olduğuna inanıyorum. Bu bağ çok kuvvetli, fakat bir o kadar da yabancılaşmış durumdayız artık. Bunun onarılması gerekiyor. Başka şekilde bu gezegende hayatta kalabileceğimizi düşünmüyorum. Olduğumuz her yere yıkım saçıyoruz. Kendimden başlayarak bu bağı onarmaya çalışıyorum, bu da zahmetli bir süreç. Disiplin ve adanmışlık istiyor. Açıkçası kendimi adamak için bundan daha anlamlı bir şey bulamıyorum.

 

Serginin ismi ve çıkış hikâyesinden bahsedebilir misin?

 

Serginin ismi, Clarice Lispector’un “Yaşam Suyu” kitabından bir alıntı. Serginin çıkış hikâyesi yine sana, serginin küratörüne dayanıyor! İlk kez bundan dört yıl önce atölyeme gelip yaptıklarımı sergilemek konusunda beni ateşlemiştin. Üretim sürecimle hayatım ayrı gitmediği için, ancak dört yıl sonunda o noktaya gelebildim. Bu yaz görüştüğümüzde bana Koli Art Space’den bahsettin, ben de sana son zamanlarda yaptıklarımı gösterdim. Birbirimizi hızlı ve kolay anlayabildiğimiz için sergiyi de kavramsal olarak güzel hislerle kurguladık.

 

DATÇA’DA ÜRETMENİN AVANTAJI VE DEZAVANTAJI

 

Kentle ilişkimizi sıkça sorguladığımız bu dönemde Datça’da yaşayan ve üreten bir sanatçı olmanın sana göre avantajı ve dezavantajları neler?

 

Kentle olan ilişkimi sorgulamam 2013 yazına dayanıyor. O zamandan beri kentle ilişkimi sadece eğlenceli bir kaçamak olarak tutuyorum. Kentin artık beni beslemekten ziyade tükettiğini sanırım biraz genç yaşta fark ettim. Hep ifade edecek dertleri olan biriydim ama bu ifadeyi yeterince disiplinli bir şekilde geliştiremiyordum. Nedeni de kent yaşamında çok fazla dışsal faktör ve uyaran olmasıydı. Basit ve küçük bir yaşam sürmek bana bu anlamda çok iyi geldi. Her şey elimin altında, güzel, sakin ve basit. Böylece düşüncelerimi düzenlemek ve üretmek için bana çok fazla boş alan kalıyor. Bu boşluk olmadığında üretemiyorum.   

 

Tabi bu küçüklük insan etkileşimini bir miktar kısıtlıyor. Fakat bunun bir dezavantaj olduğundan emin değilim. Sadece çok fazla içe kapanmamak için uyanık kalmak gerekiyor. Bu yüzden stüdyom Datça’nın en işlek caddesi üzerinde, insanların geçerken burada ne oluyor diye merak ettikleri, girip baktıkları, sorular sordukları bir yer. Fakat bazen kendimi internet gerçekliğine sıkışmış gibi hissettiğim de oluyor, aktif bir instagram kullanıcısıyım. Üretim sürecimi kaydetmek ve oradan paylaşmaktan zevk alıyorum ama bunun yetersizliğinin de farkındayım. O yüzden kente gelip sergi yapmak benim için çok güzel ve heyecan verici bir deneyim.

 

“YENİDEN DOĞAYA KARIŞACAK ŞEYLER ÜRETİYORUM”

 

Üretiminin insanın doğa ile ilişkisine dokunan bir tavrı olduğu çok açık. Bu aktivist tavrını pratiğinle nasıl birleştiriyorsun?

 

Pratiğimde sadece doğal malzemelere yer veriyorum. Yani bir nevi iz bırakmadan yok olacak ve yeniden doğaya karışacak şeyler üretiyorum. Kendimi tatmin etmek için yapacağım herhangi bir şeyin varlığını yüzbinlerce yıl atık olarak sürdürmesini istemiyorum.

 

Ulaşabildiğim en temiz malzemeleri kullanıyorum. Örneğin, organik pamuk gibi. Bu, pamuğun üretim aşamasında hiç tarım ilacı kullanılmadığı anlamına geliyor. Fakat buradan kendimi aklamaya çalıştığım anlaşılmasın. Tabii ki üretirken tüketiyorum ve tabii ki bunun ekosisteme etkisi var. Sadece elimden gelenin en iyisini yapmaya ve böyle seçeneklerin de var olduğunu ifade etmeye çalışıyorum.

 

Malzeme israf etmemeye çalışıyorum. Üretim sürecim çok fazla deneme içermiyor. Düşüncemde sadeleşmeye giderek yapıp ederken mümkün olan en az malzemeyi harcıyorum.

 

Her zaman için kullandığım tekniklerde daha az kaynak tüketmeye odaklanıyorum. Geleneksel doğal boyama yöntemleri çok fazla su ve enerji tüketen işlemler. Bu yüzden daha az su kullanan, ısı enerjisine ihtiyaç duymayan inovatif teknikler kullanıyorum.

 

Günlük rutininden ve gelecek planlarından bahseder misin?

 

Günlük rutinim yıllardır deneye yanıla kendim için en iyisini bulmaya çalıştığım akışkan bir sistem. Kendimi hoş tutmakla kendimin suyunu çıkarmak arasında bir denge bulmaya çalışıyorum. Güneşle birlikte uyanıyorum, o günkü hissime göre giyiniyorum. Giyinme eylemi ile oynamayı, o konuda da sadeleşmek için konuyu nasıl indirgeyebileceğimi araştırmayı seviyorum. Bu yüzden doğal boyanmış giysiler üreten bir markam da var zaten: sat-su-ma.

 

Çok uzun vadeli planlar zaten yapamıyordum, ama artık hepimizin içinde bulunduğu bu enteresan zaman dolayısıyla plan yapmak iyice güçleşti. Yine de basit birkaç hedefim var. sat-su-ma bir süredir uykuda, onu yeniden canlandıracak fikirlerim var. Düzenli olarak yaptığım doğal boyama eğitimlerine de biraz ara vermiştim, onlara geri döneceğim.

bottom of page