top of page
IMG-20200115-WA0073.jpg

Şubat 2021 | Art | Türkiye

FIRAT NEZİROĞLU

Anlatmak istediğimi bakışlarla anlatıyorum

Yazı | Melissa Övem

Sanatla zanaatın bir arada olduğu çok disiplinli bir geçmişiniz var. Sanatçı, akademisyen, dansçı... Ama kendinizi “dokumacı” olarak adlandırıyorsunuz. Neden?

 

Rönesans gerçekliğini arıyor ve o dönem zanaatkârları gibi hâlâ hiçbir dijital enstrüman kullanmadan dokumalarımı yapıyorum. Dokuma çok kadim bir kültür. Tüm inanışlar ve kadim yazıtlarda dokumacılık büyücülükle eş. Bir taraftan bu çok hoşuma gidiyor. Çünkü ‘”kader ağlarını ördü”, “birbirimize görünmez ağlarla bağlıyız”, “hayat bir pamuk ipliğine bağlı” gibi bilgiler bize hayat ve dokumayla ilgili eski bilgileri yeniden hatırlatıyor. Dokuma, hayatı anlamamda bir araç. Bu yüzden dokumacı diyorum kendime. Hayatı anlamaya çalışmak benim asıl işim. 

 

HEP SÖZ DİNLEYEN BİR ÇOCUK OLDUM

 

Dansa küçük yaşta aile isteğiyle başlamışsınız. Daha sonra güzel sanatlarda moda tasarımına geçmişsiniz, oradan da dokumacılık... Bu kararları almanızdaki etkenler neydi?

 

Sınırlara bayılıyorum! Bana çizilen sınırlar içinde oyun oynamak beni daha yaratıcı kılıyor. Ailem her zaman sanatla ilgilenmemi istedi. Dolayısıyla onların isteğiyle dansa başladım. Aslında sahneye çıkmaktan çok utanıyordum, ama hep söz dinleyen bir çocuk oldum. Babam futbolcu ama dansçı çok arkadaşı vardı. Bolshoi Balesi eski baş dansçısı da çok yakın arkadaşıdır. Kız kardeşim ise dünyada ilk 4'te, Türkiye'nin şu ana kadar ritmik jimnastik bireysel alanında hâlâ en yüksek puan alan sporcusu. Ortanca erkek kardeşim hepimizden daha yetenekli bir dansçı. Üniversiteye gelene kadar ben de dansettim. Ama annem Güzel Sanatlar Fakültesi’nde okumamı önerdi. İnanın, nedenini hiç bilmiyorum. Bana da uygulamak düştü.

 

Annem bizim gelişimimizi yakından takip eder ve hep yaratıcı planları vardır. O zamanlar aklıma bile gelmeyen Güzel Sanatlar Fakültesi Tekstil Bölümü’nü bana kendisi seçti. Potansiyelimi o zamandan görmüş. Moda tasarım tekstil bölümüne girdim. Bu tanım bana hep çok anlamsız gelir. Moda bir olgudur, tasarlanamaz aslında. Akademik olarak neden üzerinde düşünülüp revize edilmiyor şaşırıyorum. Giysi tasarlamaktan zevk almadım üniversitenin ilk yıllarında. Bir gün koridorda dolaşırken dokuma tezgâhıyla karşılaştım. Aman tanrım! Büyülü bir şeydi. Dokumadan bir arkadaşım ile yer değiştirdim. O giysi ben dokuma bölümüne geçtik. İşte sınırlar içinde oyun oynamaktan kastım bu. 

 

BİR SÖZ SÖYLEYİP GİTMEK İSTEDİM VE…

 

Tasarımı “duygu tasarlamak” olarak, başarınızın kaynağını da “duygu alışverişi” olarak tanımlıyorsunuz. Bu dışavurumlarınıza kaynak olan duyguların/deneyimlerin hepsi pozitif miydi? 

 

Aslında gençliğimde negatif duygulardan besleniyordum. Hayat zor, acımasız; vesaire. Tam ergenlik hali. 12 yıl Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde okudum ve araştırma görevlisi olarak çalıştım. Mobbing had safhadaydı. Sergilerimi engelleyip dokuma atölyesinde hoca olduğum halde atölyeyi kullanmama izin vermeyen hocalar, yurtdışı sergilerine davet aldığım halde izin vermeyen yöneticiler derken 2011 yılında kurumdan istifa etme kararı aldım. Bir söz söyleyip gitmek istedim. Bütün hoca arkadaşlarımı tuvalet kapılarının altından bacakları görünür şekilde dokudum! İç çamaşırları, pantolonları, etekleri... Kendimi de bduvara dönmüş, küsmüş, içimi dökerken dokudum: “İşeyen Fırat”.

 

Sonra “Akıl Hastanesi” isimli bir sergi açtım, istifa mektubumu ve sergi davetiyemi bölüm başkanının masasına bırakıp çıktım. “İşeyen Fırat” o yıl önce Akbank Günümüz Sanatçıları Sergisi’ne seçildi, sonra Siemens Sanat. Ardından Zilberman Gallery ile çalışmaya başladım. Akbank beni Kore'ye götürdü. “İşeyen Fırat” Sotheby’s’de satıldı. Ertesi yıl Christie's dergisine kapak oldum. Serüven böyle başladı.

 

ANADOLU DİLİYLE KONUŞUYORUM

 

Evet, o eser size devasa bir ivme kazandırdı. Size karşı yapılmış hatalara/yanlışlara hep sanatınızla mı yanıt verirsiniz?

 

Gidişlerimi hep bir performansla kaydettim hayatıma. “Akıl Hastanesi” sergisiyle Dokuz Eylül Üniversitesi’ne veda ederken beni ‘yanlışlıkla’ bir yıl kadar felç bırakan doktoruma da “Ben Bir İnsanım” isimli videoyla yanıt vermiştim.

 

Ama yıllar geçtikçe, hayatla bağlarım güçlendikçe herkesi affettim. Sevmenin, hayatın tadını çıkarmanın ne demek olduğunu daha iyi anlamaya başladım. Anadolu bilgeliğini, hoşgörüsünü, misafirperverliğini içselleştirdiğim işler yapmaya başladım. Dünyada daha çok tanınmamın nedeni Anadolu diliyle konuşuyor olmam. Köksüz ağaç solar misali, köklerime daha sıkı bağlandım. Annem Yunan kökenli, babam Makedon, ismim Fırat. Nedenini onlar da bilmiyor, ama ben şimdi daha iyi anlıyorum. Her yıl Mardin,  Antep ve Diyarbakır’ı görüyorum. Anadolu'da neredeyse bütün üniversitelerin sanat fakültelerine gidip konuştum. Duygularımızı paylaştık, paylaştıkça çoğaldık... Artık pozitif duygulardan besleniyorum. 

 

Hayatla başa çıkma yöntemleriniz neler?

 

Eğer karşıma bir duvar çıkmışsa ve ben o duvarı aşmak için yumrukluyorsam hep canım yanıyor. Bu yüzden duvar boyu ilerleyip bir geçit, kapı arıyorum. Bulamazsam da arkamı dönüp başka yollarda yürüyorum. Sözlü ya da yazılı iletişimin temel sorunu bu bence. Bir bardak var elinizde. İçinde de güzel bir içecek. Tadına varıyorsunuz, harika. Sonra ben alıyorum aynı bardağı elime, tam içerken bardak kırılıyor, elimi kesiyor, canım acıyor. Nice zaman sonra biri bize bardak deyince siz güzeli hatırlıyor anlıyorsunuz, ben acıyı. Tam anlaşmamız mümkün olmuyor. Bu nedenle bana zorluk çıkaran her neyse, anlaşamıyorsam hiç zorlamıyorum. 

BENİ FARKLI KILAN KISIM, BOŞLUK

 

Çağdaş sanat içinde kabul gören, geleneksel dokumaya bağlı kalan ve taklit edilemeyen bir dokuma tekniğiniz var. Bu tekniği nasıl yorumlarsınız?

 

Anadolu'da kilim bir dildir, okunur. Dil gelişir, değişir, dönüşür yani yaşar. Bugün bir söz söylemek istiyorsak anlaşılır şekilde konuşmalıyız. Anadolu kilim tekniğini aynen uyguluyorum. Beni farklı kılan kısım, boşluk. Dokuma, boşluk, ışık ve gölgenin bir arada olduğu eserler üretiyorum. 

 

Anadolu'da bir kız evlenip yeni evine gittiğinde hem evin ihtiyacından hem de duygularını aktarmak için kilim dokurdu. Eğer yeni evinde mutluysa bir hayat ağacı motifi dokurdu mesela. Görenler “Bu eve bolluk, bereket için geldim, soyu devam ettirmek için geldim” anlamını okurdu. Örneğin kayınvalidesiyle mutsuzsa pıtrak motifi dokurdu. Pıtraklar, evin dışındaki yuvarlak dikenli otlardır. Etek uçlarına, pantolon paçalarına takılır. Eve girerken onları temizlemek gerekir. Bu hem zahmetli hem de az da olsa can yakan bir işlemdir. Pıtrak kilimi dokuyan kadın mutsuzluğunu sessiz bir dille hem kayınvalidesine hem eşine hem de konu komşusuna anlatacak kadar da cesurdur. 

 

Dokumalarımda Anadolu kilim motifleri kullanmıyorum, çünkü pıtrak dokuduğumda bunun ne anlama geldiğini okumakta zorlanırız. Biz evimizden çıkınca asfalt görüyoruz, çamur lekesi temizliyoruz. Hem kadına şiddet bu kadar gözümüzün önündeyken hangi kadın sloganında, sembolünde eli belinde kadın motifi kullanıyor?

Hiç kimse. Ben anlatmak istediklerimi gözlerdeki bakışlarla anlatıyorum.

Göz göze bakışarak anlaşmanın en samimi ve doğrudan iletişim olduğunu düşünüyorum.

 

Bu anlatım dilini dokuma ve dokuma içinde kendime ait bir düğümle dokuyorum. Misina çözgüler (dokumadaki dikey tutucu iplikler) boşluk hissini destekliyor. Işık ve gölgeyle bir gerçeklik algısı uyanıyor. 

Amerika, Meksika ve Kanada'daki üniversitelerde tekniğimin derslerde anlatılması, Tayland Kraliçesi Queen Sirikit ve Kraliçe Elizabeth'in portresini dokumak için sipariş almam bugünün diliyle konuşuyor olmam nedeniyle gerçekleşti. 

 

GÜZELLİK TEMEL KISTASIM

 

Portrelerinizdeki insanları neye göre seçip dokuyorsunuz? Onların bir ifadesi ya da hayata karşı tavrı mı sizi etkiliyor? Yoksa ana damarlardan biri de güzellik mi?  

 

Portrelerimde kullandığım suretlerin tamamı arkadaşlarım. Onların gözündeki duyguları yakaladığımda hayat ve gerçeklikle ilgili sırlara biraz daha yaklaştığıma inanıyorum. Kesinlikle hayata bakışları ve ifadeleri beni çok etkiliyor. Dokuduğum eserlerin önüne geçip kendinize biraz zaman verdiğinizde dokumalarım sizinle konuşmaya başlar. Kendimizle baş başa kalışımız gibi. İzleyenler dokumalarımın ruhundan söz eder. En çok bu yüzden mutluyum.

 

Bir Rönesans adamı olduğum için güzellik temel kıstasım. Ancak kurgudan olabildiğince uzak duruyorum. Sanatın bir modası var, sanatçıların kullandığı sıra dışı kelimeler. O moda içinde, o sözler içinde ben yokum, olmaya da niyetim yok. Dolayısıyla Türkiye'deki sanat ortamlarında pek göremezsiniz beni. Rönesans artık eskidi diye mi böyle bilmiyorum, ama doğal güzellik beni her şeyden daha çok cezbediyor. 

 

SU GİBİ AKAR GİDER, YOLUMU BULURUM

 

Yaratıcılığınızı tetikleyen ‘olmazsa olmaz’larınız neler?

 

Durdum düşündüm şimdi... Hayatımda dokuma var, dans var, yoga var... Olmuyor...

Birçok şey saydım... Fark ettim ki beni tanımlayan tek bir yol yok. Bunların hepsi başka öğretiler gibi görünse de hepsinin özü bir. Hayatım boyunca yoga yapamam, bunu bir rutin haline getiremem. Dokumazsam yaşayamam, ama onu da belli bir rutinde tekrarlayamam. Ben zevklerimin, yeteneklerimin, okuduklarımın, konuştuklarımın ama en önemlisi harekete geçirdiğim her şeyin bir bütünüyüm. Evrenden bir şey istemem. Her şey evrenin içinde ise ben nasıl onun dışında başka bir yerdeymiş, başka bir şeymiş gibi ondan bir şey isteyecek olurum? Ben evrenim. Su gibi akar giderim. Yolumu bulurum. Birikir, dolar, taşar, dökülür, süzülür, ilerlerim. Buhar olurum, yağmur olurum, toprağa karışırım, durmam; deniz olurum. Herkesin sözünü dinlerim, hep kendi fikrimi söylerim. Başkasının sözlerini yaşamadıysam konuşmam. Bunları şu saniye söylerken birazdan hepsine karşı durabilirim.

bottom of page