
February 2021 | Art & Culture
TR BELOW
FIRAT NEZİROĞLU
My main pursuit is trying to understand life
Words Melissa Övem
You have a multidisciplinary background where art and craft intersect. An artist, academic, dancer… yet you call yourself a “weaver.” Why?
The Renaissance sought reality, and like the artisans of that era, I still create my weavings without any digital tools. Weaving is an ancient craft. In all beliefs and ancient scriptures, weaving is equated with magic. For me, weaving is a tool to understand life. That’s why I call myself a weaver. My main pursuit is trying to understand life.
I WANTED TO MAKE A STATEMENT AND LEAVE...
You describe design as “designing emotions” and attribute your success to an “exchange of emotions.” Were the emotions that fueled your expressions always positive?
Not really. In my youth, I drew inspiration from negative emotions. Life was hard, ruthless—typical teenage angst. I spent 12 years at Dokuz Eylül University’s Faculty of Fine Arts, first as a student, then as a research assistant. Mobbing was rampant. Professors blocked my exhibitions, and even though I taught in the weaving studio, they didn’t allow me to use it. Administrators refused to let me attend international exhibitions I was invited to. In 2011, I resigned from the institution. I wanted to make a statement and leave. So, I wove all my professor colleagues’ legs as seen under toilet doors—visible through their underwear, pants, skirts. I also wove myself, turned to the wall, sulking, and pouring my heart out: "Pissing Fırat." After that, I held an exhibition titled "Mental Hospital," left my resignation letter and exhibition invitation on the department head’s desk, and walked out. That year, "Pissing Fırat" was selected for Akbank’s Contemporary Artists Exhibition, then for Siemens Art. Later, I started working with Zilberman Gallery. Akbank took me to Korea. "Pissing Fırat" was sold at Sotheby’s. The following year, I was on the cover of Christie’s magazine. That’s how it all began.
I SPEAK THE LANGUAGE OF ANATOLIA
Yes, that piece propelled your career significantly. Do you always respond to the wrongs done to you through your art?
I’ve always recorded my departures through performance art. When I bid farewell to Dokuz Eylül University with the "Mental Hospital" exhibition, I also responded to the doctor who “accidentally” left me partially paralyzed for a year with a video titled "I Am Human." But as years passed, and my ties to life grew stronger, I forgave everyone. I began to better understand what it means to love and enjoy life. I started creating works that internalized the wisdom, tolerance, and hospitality of Anatolia. My global recognition stems from speaking the language of Anatolia. Like a tree without roots withering away, I’ve connected more deeply to my roots. My mother is of Greek descent, my father Macedonian, and my name is Fırat. They don’t know why they named me that, but I understand it better now. Every year, I visit Mardin, Antep, and Diyarbakır. I’ve spoken at almost every art faculty in Anatolia. We’ve shared emotions, and by sharing, we’ve multiplied. Now, I draw from positive emotions.
What are your ways of coping with life?
When I face a wall and try to break through it by punching, I always end up hurt. So, I walk along the wall, looking for a passage or a door. If I don’t find one, I turn around and walk a different path. I think this is the fundamental problem of verbal or written communication. Imagine holding a glass with a lovely drink inside. You enjoy its taste—wonderful. Then I take the same glass, but it breaks in my hand, cutting me. Much later, when someone mentions that glass, you think of the pleasure, and I think of the pain. We can never fully understand each other. So, when faced with something—or someone—that challenges me, I don’t force it.
WHAT SETS ME APART: THE EMPTY SPACES
You’ve developed a weaving technique that is both contemporary and rooted in tradition, making it uniquely yours and impossible to replicate. How do you interpret this technique?
In Anatolia, kilims are a language; they can be read. A language evolves, changes, transforms—it lives. Today, if we want to say something, we need to speak in a way that is understood. I apply the Anatolian kilim technique as it is. What sets me apart is the empty spaces. I create pieces where weaving, voids, light, and shadow coexist. This narrative language is woven into the fabric with my unique knot. The monofilament warps (vertical threads in weaving) enhance the sense of emptiness, evoking a perception of reality with light and shadow. The fact that my technique is taught in universities across the U.S., Mexico, and Canada, and that I’ve been commissioned to weave portraits of Queen Sirikit of Thailand and Queen Elizabeth, is because I speak the language of today.
How do you choose the people for your portraits?
The faces in my portraits are all my friends. When I capture the emotion in their eyes, I feel closer to life’s and reality’s secrets. Their outlook on life and expressions deeply move me. As a Renaissance man, beauty is my primary criterion.








Sanatla zanaatın bir arada olduğu çok disiplinli bir geçmişiniz var. Sanatçı, akademisyen, dansçı... Ama kendinizi “dokumacı” olarak adlandırıyorsunuz. Neden?
Rönesans gerçekliğini arıyor ve o dönem zanaatkârları gibi hâlâ hiçbir dijital enstrüman kullanmadan dokumalarımı yapıyorum. Dokuma çok kadim bir kültür. Tüm inanışlar ve kadim yazıtlarda dokumacılık büyücülükle eş. Bir taraftan bu çok hoşuma gidiyor. Çünkü ‘”kader ağlarını ördü”, “birbirimize görünmez ağlarla bağlıyız”, “hayat bir pamuk ipliğine bağlı” gibi bilgiler bize hayat ve dokumayla ilgili eski bilgileri yeniden hatırlatıyor. Dokuma, hayatı anlamamda bir araç. Bu yüzden dokumacı diyorum kendime. Hayatı anlamaya çalışmak benim asıl işim.
BİR SÖZ SÖYLEYİP GİTMEK İSTEDİM VE…
Tasarımı “duygu tasarlamak” olarak, başarınızın kaynağını da “duygu alışverişi” olarak tanımlıyorsunuz. Bu dışavurumlarınıza kaynak olan duyguların hepsi pozitif miydi?
Aslında gençliğimde negatif duygulardan besleniyordum. Hayat zor, acımasız; vesaire. Tam ergenlik hali. 12 yıl Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde okudum ve araştırma görevlisi olarak çalıştım. Mobbing had safhadaydı. Sergilerimi engelleyip dokuma atölyesinde hoca olduğum halde atölyeyi kullanmama izin vermeyen hocalar, yurtdışı sergilerine davet aldığım halde izin vermeyen yöneticiler derken, 2011 yılında kurumdan istifa ettim. Bir söz söyleyip gitmek istedim. Bütün hoca arkadaşlarımı tuvalet kapılarının altından bacakları görünür şekilde dokudum! İç çamaşırları, pantolonları, etekleri... Kendimi de duvara dönmüş, küsmüş, içimi dökerken dokudum: “İşeyen Fırat”.
Sonra “Akıl Hastanesi” isimli bir sergi açtım, istifa mektubumu ve sergi davetiyemi bölüm başkanının masasına bırakıp çıktım. “İşeyen Fırat” o yıl önce Akbank Günümüz Sanatçıları Sergisi’ne seçildi, sonra Siemens Sanat. Ardından Zilberman Gallery ile çalışmaya başladım. Akbank beni Kore'ye götürdü. “İşeyen Fırat” Sotheby’s’de satıldı. Ertesi yıl Christie's dergisine kapak oldum. Serüven böyle başladı.
ANADOLU DİLİYLE KONUŞUYORUM
Evet, o eser size devasa bir ivme kazandırdı. Size karşı yapılmış hatalara/yanlışlara hep sanatınızla mı yanıt verirsiniz?
Gidişlerimi hep bir performansla kaydettim hayatıma. “Akıl Hastanesi” sergisiyle Dokuz Eylül Üniversitesi’ne veda ederken beni ‘yanlışlıkla’ bir yıl kadar felç bırakan doktoruma da “Ben Bir İnsanım” isimli videoyla yanıt vermiştim. Yıllar geçip hayatla bağlarım güçlendikçe herkesi affettim. Hayatın tadını çıkarmanın ne demek olduğunu daha iyi anladım. Anadolu bilgeliğini, hoşgörüsünü içselleştirdiğim işler yapmaya başladım. Dünyada daha çok tanınmamın nedeni Anadolu diliyle konuşuyor olmam. Köksüz ağaç solar misali, köklerime daha sıkı bağlandım. Annem Yunan kökenli, babam Makedon, ismim Fırat. Nedenini onlar da bilmiyor, ama ben şimdi daha iyi anlıyorum. Her yıl Mardin, Antep ve Diyarbakır’ı görüyorum. Anadolu'da neredeyse bütün üniversitelerin sanat fakültelerine gidip konuştum. Duygularımızı paylaştıkça çoğaldık... Artık pozitif duygulardan besleniyorum.
Hayatla başa çıkma yöntemleriniz neler?
Eğer karşıma bir duvar çıkmışsa ve ben o duvarı aşmak için yumrukluyorsam hep canım yanıyor. Bu yüzden duvar boyu ilerleyip bir geçit, kapı arıyorum. Bulamazsam da arkamı dönüp başka yollarda yürüyorum. Sözlü ya da yazılı iletişimin temel sorunu bu bence. Bir bardak var elinizde. İçinde de güzel bir içecek. Tadına varıyorsunuz, harika. Sonra ben alıyorum aynı bardağı elime, tam içerken bardak kırılıyor, elimi kesiyor, canım acıyor. Nice zaman sonra biri bize bardak deyince siz güzeli hatırlıyor anlıyorsunuz, ben acıyı. Tam anlaşmamız mümkün olmuyor. Bu nedenle bana zorluk çıkaran her neyse, anlaşamıyorsam hiç zorlamıyorum.
BENİ FARKLI KILAN KISIM, BOŞLUK
Çağdaş sanat içinde kabul gören, geleneksel dokumaya bağlı kalan ve taklit edilemeyen bir dokuma tekniğiniz var. Bu tekniği nasıl yorumlarsınız?
Anadolu'da kilim bir dildir, okunur. Dil gelişir, değişir, dönüşür yani yaşar. Bugün bir söz söylemek istiyorsak anlaşılır şekilde konuşmalıyız. Anadolu kilim tekniğini aynen uyguluyorum. Beni farklı kılan kısım, boşluk. Dokuma, boşluk, ışık ve gölgenin bir arada olduğu eserler üretiyorum. Bu anlatım dilini dokuma ve dokuma içinde kendime ait bir düğümle dokuyorum. Misina çözgüler (dokumadaki dikey tutucu iplikler) boşluk hissini destekliyor. Işık ve gölgeyle bir gerçeklik algısı uyanıyor. Amerika, Meksika ve Kanada'daki üniversitelerde tekniğimin derslerde anlatılması, Tayland Kraliçesi Queen Sirikit ve Kraliçe Elizabeth'in portresini dokumak için sipariş almam bugünün diliyle konuşuyor olmam nedeniyle gerçekleşti.
Portrelerinizdeki insanları neye göre seçip dokuyorsunuz?
Portrelerimde kullandığım suretlerin tamamı arkadaşlarım. Onların gözündeki duyguları yakaladığımda hayat ve gerçeklikle ilgili sırlara biraz daha yaklaştığıma inanıyorum. Kesinlikle hayata bakışları ve ifadeleri beni çok etkiliyor. Bir Rönesans adamı olduğum için güzellik temel kıstasım. Ancak kurgudan olabildiğince uzak duruyorum. Sanatın bir modası var, sanatçıların kullandığı sıra dışı kelimeler. O moda içinde, o sözler içinde ben yokum, olmaya da niyetim yok.