top of page

618 results found with an empty search

  • TASARIM-1

    Kasım 2021 | Tasarım | Türkiye ‘Getir’ Ofisindeki Köy Meydanının Tasarım Sırrı 2 017’de kurulan Urbanjobs mekan ve ofis tasarımlarıyla son yıllarda öne çıkan bir mimarlık ve tasarım stüdyosu. Özellikle Bomonti’deki Batard ve Getir’in ofisi için yaptıkları tasarım stili ve çözümler dikkat çekiciydi. Şimdi Urbanjobs’ın kurucusu ve baş tasarımcısı Murat Dede’ye kulak verme zamanı… Urbanjobs’ın mottosu ve mimari bakışı açısı nedir? Temelde kentli yaşam stiline uygun kentli mekanlar tasarlıyoruz. Tasarımı bir şiir gibi görüyoruz. Bazen bir ezgi bazen de bir sinema filmi gibi. Çünkü mekanlara ve mobilyalara dönüşecek fikirler önce soyutlamayla başlıyor. Soyutlama önce ufak bir form olarak zihinde tasarlanıyor, sonra ete kemiğe bürünüyor. O form da tat alan, duyan, koklayan ve hisseden bir şeye dönüşüyor. Urbanjobs olarak tasarımımızın temeline tutkuyu, düşünsel süreci, mekanın duygusal bütünlüğünü ve deneyimi oturtuyoruz. BUNU ELEŞTİRMİYORUM, BEN DE ÖYLE DAVRANIYORUM İstanbul sosyal hayatının popüler mekanlarında imzanız var. Batard, Zula Kanyon ve Zula Zorlu gibi. Mekan tasarlamanın avantajı ve dezavantajları neler? Bir anlamda kamusal mekanlardan söz ediyoruz. Binbir çeşit fikir ve yaşam tarzı bu ortamlarda buluşuyor. Doğal olarak övgüye de yergiye de çok açığız. Bazen insanlar mekanda oluşan bir uğultu ya da tuvalet kâğıtlığının hafif sallanıyor olmasından şikayet edip bundan mimarları sorumlu tutabiliyor. Bunu eleştirmiyorum, çünkü ben de böyle davranıyorum. Hatta belki çoğu insandan daha fazla eleştirel yaklaşıyorum mekanlara. Bu eleştiri dili aslında hoşumuza gidiyor. Çünkü bizi geliştiriyor. Daha az aksaklık yaşanması için bize bağlı olmayan birçok faktörü değerlendirip çözmeye çalışıyoruz. Temel olarak mekanı kullanacak kitlenin yaşayacağı hissiyat üzerine odaklanıyoruz, ama sağlamlık, fonksiyon, sürdürülebilirlik ve ergonomi gibi birçok farklı konuyu da düşünüyoruz. Bunları yaparken de işverenin inşaat süresi ve maliyet hesaplarını tutuyor, servis personelinin ergonomisini de planlıyoruz. Mesela bir servantın nerede duracağını, kapağının ve çekmecelerinin nasıl daha kullanışlı ve sürdürülebilir olacağını, servis ekibinin bunu kullanırken en uzak masaya kadar ne kadar mesafe katedeceğini düşünmek durumundasınız. Kısacası dezavantajları saymakla bitmez! Avantajları ise çok az. Zor, ama bunlar dolayısıyla bence inanılmaz keyifli. HEM PARİZYEN HEM DEĞİL Batard’ı tasarlarken çıkış noktanız neler oldu? İşveren bize bir Fransız bistrosu istediğini söyledi. Biz de klasik anlamda bir parizyen tasarımın Urbanjobs stiline uymadığını, ama güncel hale getirilmiş bir yaklaşım ortaya koyabileceğimizi kendilerine belirttik. Sonuç da sanırım öyle oldu. Hem parizyen hem değil! Batard küçük bir mekan aslında. İlk tasarımın ortaya çıkışından sonra aylar süren bir tasarım geliştirme süreci yaşadık kendi içimizde. Ekip arkadaşlarımla şantiye başlamadan önce mekana çok sık gittim. Henüz şantiye halindeyken mekanın her yerine oturarak tüm görüntüye farklı açılardan baktım. Kendimize şunu sorduk, “Mekan cepheden ya da ilk girişte iyi gözüküyor. Peki ya tüm misafirler oturduğu açılardan neyi görecek? Kendini nasıl hissedecek? Işığı nasıl olacak? Kendini nasıl hissetmeli”?. Sanırım bu yaklaşım başarılı oldu. Projenin bitiminde işverenlerimizden sevgili Abdi bana, “Murat mekanın neresinde oturursak oturalım muhteşem bir enerji ve her yerinde aynı mekan hissiyatı var” dedi. ‘GETİR’İN OFİSİNDEKİ KÖY MEYDANI NASIL TASARLANDI? Tasarladığınız ofislerden biri Getir HQ. 3600 metrekarelik alanın 350 metrekarelik alanını “köy meydanı” olarak ayırmışsınız. Bunun sebebi nedir? Daha doğrusu alt metni? Aslında bu tabir ilk olarak, Getir’in kurucuları Nazım Salur ve Serkan Borançılı’nın konkur daveti için ortaya koydukları metinde yer alıyordu. Bir sentez yapmaya çalıştık. İşveren ve bu mekan ne demek istiyor? Peki biz bunları nasıl ifade edecek ve sonucunda nasıl cisimleştireceğiz? İşverenler ve çalışanların aynı ortamda bir araya gelebilmesi isteniyor, buraya da köy meydanı deniyordu. Sanırım biraz da ağırlama mekanlarına yatkınlığımız olmasından dolayı, birçok insanın bir gece kulübü ya da restoran deneyimi yaşadığını söylediği platformlardan oluşan bir yapı ortaya çıkardık. Aydınlatmada sevgili Ali Berkman’ın şirketi On Off ile çalıştık. Doğru tasarladıkları aydınlatmanın mekanın ruhuna çok büyük katkı sağladığını söyleyebilirim. Ortaya koyduğumuz yaklaşımın temel prensibi, tek bir mekanda birçok fasiliteyi bünyesinde barındırabilmesiydi. Yumuşak oturmaların yerleştirilmesiyle bir dinlenme ve toplantı alanı olarak kullanılan platform, bu koltuklar yerine askıdaki sandalyelerin yerleştirilmesiyle sunum düzenine de geçebiliyor. Hepsinin kaldırılmasıyla ise happy hour ya da yoga/pilates yapılabilecek bir alana dönüşüyor. Tek bir mekanda bu ihtiyaçların tamamını çözmek bir problemdi ve bu bizi epey zorladı. Mesela sandalyelerin depolanması ya da her seferinde etkinlik alanına taşınması ayrı bir dert olduğu için mekanın içinde 100 adet sandalyenin depolanması işini çözmemiz gerekiyordu. Kolonlar arasına yaptığımız bir askı sistemiyle bunu çözdük. Hatta bunu yaparken ergonomi en önemli unsurdu. Çünkü görece daha zayıf kas yapısı olan kişilerin de rahatlıkla kendi sandalyesini askıdan alması ve etkinlik sonrası geri asması gerekecekti. İşverenler de bu yaklaşımı çok beğendi. Bize bu alanla ilgili istediğimizi yapabilme imkanını tanıdılar. ASSEMBLY BUILDINGS’İN DEV SAKSIYI ANDIRAN STRÜKTÜRÜ Son ofis tasarımlarınızdan biri Assembly Buildings’in 14 bin metrekarelik yeni ofis konsepti. Burada ön plana çıkan tasarım nitelikleri neler? Assembly Buildings’te restoran, konferans salonları, kat bahçeleri, galeri boşlukları ve tarım bahçeleri barındıran fasiliteler aynı anda başka kullanıcı ya da kullanıcılara tesis edilebiliyor. Bu fasilitelerin aynı anda birçoğunun birleştirilmesiyle daha büyük etkinlik alanları oluşabiliyor. Bunu yaparken açık ve kapalı alan ihtiyaçlarını aynı anda verebilen akışkan mekanlar kurguladık. Mesela fasilite içerisinde çalışan binlerce kişinin bir kısmı bir konferansa katılırken, diğer kısmı aynı anda pilates stüdyolarında pilates yapabiliyor. Bir bölümü ‘all day’ restoranlarda iş sohbetlerini yaparken diğer bölümü dört kata yayılan düşey bahçelerdeki açık alanda çalışabiliyor. Bir grup birleştirilmiş dört toplantı odası ve onlara tahsis edilmiş bir kat bahçesinde iş toplantısı yaparken 3-4 kişi aynı anda podcast stüdyolarından yayın yapabiliyor. Oluşturulan bu büyük ve kompleks komünite, mekanın farklı mahallelerinde, farklı zamanlarda ve farklı etkinliklerinde kesişebiliyor. Yapının ortasında her biri 150 metrekare taban alanına sahip dört kat yüksekliğindeki galeri boşlukları bulunuyor. Biz bu boşlukların birinde, iki katı birbirine bağlayan ve basamak yerine kotlanarak yükselen, her bir kotunda da sosyalleşme olanağı sunan bir yapı; zemin katta ise tüm katlardan görünebilen ve dev bir saksıyı andıran bir strüktür tasarladık. Yapının belki de en çok dikkat çeken unsuru olan bu strüktür ile üst katlardaki koridorlardan bakan kişiler için bir vaha yaratılırken, strüktürün zemin kotu ise sosyalleşme alanı olarak kurgulandı. Alan Yau’nun Yamabahçe’sini tasarladığınızı bilmiyordum. Bitti mi? hazırlık aşamasında mı? Alan Yau bizim camianın restoran ayağındaki dünya çapında karakteri, bir rol model. Yalnızca bir restoran yatırımcısı değil, inanılmaz bir işveren. Çok detaycı, çok keyifli, çok heyecan veren biri. Biz Yamabahçe için konsept tasarımı yaptık. Bir İngiliz firması ise bizim projemizi uygulama projesine getirdi. Pandemi araya girince tüm projelerde aksama meydana geldi. Yamabahçe de biraz nasibini aldı. Uygulama ya bitti ya da bitecek gibi bir durumda şu an. EV TASARLAMAK ZOR İŞ Sizin için hangisi daha çekici? Mağaza mı mekan mı yoksa ev tasarlamak mı? Samimi olayım; ev çok zor bir iş, yapanlara hayranım. Biz ara sıra ev işi yapıyoruz, ama esas olarak ağırlama ve perakende sektörüne hizmet üretiyoruz. Bunların arasında bir seçim yap deseniz yapamam. Çünkü her birinin ihtiyaç programı, çözülmeyi bekleyen dertleri, sonunda onu kullanacak kitlesi farklı. Her seferinde farklı bir kaos ve çözülmeyi bekleyen bir yumak var. Ve inanın bunları adım adım çözmek çok keyif verici.

  • TASARIM-1

    Ekim 2021 | Tasarım | VOL V TERSANE İSTANBUL Yazı | Onur Baştürk T abanlıoğlu Mimarlık’ın beş yıldır üzerinde çalıştığı Haliç’teki Tersane İstanbul projesinin bir kısmı Contemporary İstanbul vesilesiyle gün yüzüne çıktı ama daha devamı var. Murat Tabanlıoğlu’nun, “Sahaya her gidiş gelişimde yeni bir şey öğrendiğim, sürekli geliştirdiğim bir proje oldu” dediği Tersane İstanbul; otel, konut, alışveriş, yeme-içme ve müze alanlarıyla İstanbullu’nun hiç alışkın olmadığı, yıllardır unutulmuş olan bir noktayı yakın gelecekte yeniden hareketlendirmiş olacak. Murat Tabanlıoğlu’yla projeyi uzun uzun konuşarak bizi nelerin beklediğini, Haliç’in Tersane İstanbul’la beraber bir kez daha nasıl evrileceğini anlamaya çalıştım. Devamı için... Print YUZU MAGAZINE - V Out of Stock View Details

  • TASARIM-1

    Ekim 2021 | Tasarım | VOL V GAD SUNAR AMAN KAPADOKYA Yazı | Onur Baştürk H er mimarlık ofisinin hayran olduğum bazı projeleri var. Mesela favori GAD Mimarlık projelerim Esma Sultan, Borusan Kültür Merkezi ve AHK Kundu Villaları. Şimdi bu üçünün arasına yakın zamanda bir yenisi daha eklenecek: Kapadokya’daki Aman projesi. Evet, Bodrum’daki Amanruya’ya bir ‘kardeş’ geliyor. Üstelik iddialı projeye sahip bir kardeş bu. GAD’ın (Global Architectural Development) kurucusu Gökhan Avcıoğlu’yla sadece Aman’la sınırlı kalan bir konuşma yapmak istemedim tabii. Kapadokya’daki bir başka otel projesi de girdi konularımız arasına, unutulmaz Esma Sultan da… Öncelikle Kapadokya’daki Aman projesinden bahsedelim. Bu heyecan verici proje nasıl başladı? Bizi nasıl bir Aman bekliyor? Aman, 25 yıl önce Adrian Zecha tarafından Bali’de başlamış. Lokale değer veren bir felsefesi var: Çevreye duyarlı, personel olarak o yöre insanıyla çalışıyor, yerel malzemeleri kullanıyor, kısacası bulunduğu bölgede damdan düşer gibi değil sanki oranın bir parçasıymış gibi hareket ediyor. Ayrıca Aman’larda mahremiyet çok önemli. Devamı için... Print YUZU MAGAZINE - V Out of Stock View Details

  • TASARIM-1

    Ekim 2021 | Tasarım | VOL V SAKIZLI EV Dünyanın sonundaki ev Yazı | Onur Baştürk V arolan eski yapıyı çok fazla yıkıp dökmeden yeni bir hale getirme işi bizde çok da popüler bir durum değildir. Çünkü bu coğrafyanın hakim kültürel kodları malum, sıfırdan üretilmiş yeni yapıya daha çok meftun. Oysa eski yapıyı makyajlayıp yeni bir sürüm elde etmek gayet mümkün. Dünyada örneği çok. Mesela bu işi nefis bir şekilde yapan iki yakın arkadaş, April Brown ve Sarah Sklash, demode motelleri devralıp makyajlamalarıyla ünlüler. Yeniledikleri ilk motel olan June’la müthiş bir popülerlik kazandılar, hatta Netflix’te “Motel Makeover” adlı belgeselleri dahi var. Bizde ise “makeover” alanı yeni yeni gelişiyor. Bu işi en iyi yapanlardan biri Çeşme’de yaşayan Nur Kaşıkçı Eke - Alpkaan Eke çifti. Alaçatı’da butik otelleri olan Eke çifti önce bu otelleri satmış, daha sonra da peş peşe ev satın alarak “makeover” işine başlamış. İki yıl içinde tam altı ev yenileyen Eke çifti yaptıkları bu yeni işi şöyle anlatıyor: “Onlarca yıllık yaşanmışlığın izleri olan Çeşme’nin deniz kıyısı mahallelerindeki evlere ikinci baharlarını yaşatıyoruz. Ruhunu kaybetmiş, yorulmuş yapılara yeni mimari öğelerle tasarım ve fonksiyonelliği sağlıyor; böylece bir nesle daha deniz, tatil, yaz aşkı ya da 40 yıllık süren yazlık komşuluklar için ev sahipliği yapma şansı yaratıyoruz”. Devamı için... Print YUZU MAGAZINE - V Out of Stock View Details

  • TASARIM-1

    Eylül 2021 | Tasarım | İtalya Tasarımın eylül mabedi SUPERSALONE Yazı | Oktay Tutuş S on iki yıldır pandemi sebebiyle yapılamayan, İtalya’nın ve dünyanın en köklü tasarım etkinliği Salone del Mobile, bu yıl hasrete daha fazla dayanamamış olacak ki 5 eylülde başlayan ve 10 eylüle kadar sürecek yepyeni bir etkinlik Supersalone ile geri döndü. Onunla birlikte Milano da canlandı ve yan etkinlikler, sergiler, konuşmalar, gösterilerle tüm dünyaya tasarımın köklü başkenti olduğunu yeniden haykırıyor. Peki neden haykırıyor? Nisan 2022'de Salone del Mobile eskisi gibi yapılacakken bu sabırsızlık neden? RAKİPLERİN ÇOĞALMASI VE DİJİTAL ETKİ Bunu anlayabilmek için öncelikle 2022 öncesi yapılan değişikliklerin en büyüğüne bakmak gerekiyor. Önümüzdeki yıl 60'ıncı yaşını kutlayacak fuarın tasarım arenasındaki sorumluluğu elbette çok büyük. Ancak son yıllarda Londra'nın, Viyana'nın, Brüksel'in ve Toronto'nun tasarım etkinlikleri de atakta. Hepsi dijital dünyanın nimetlerinden sonuna dek faydalanıyor. Başka şehirler de hemen her yıl kendi tasarım günleriyle pastaya ekleniyor. Hepsinden ayrı olarak yine İtalya kadar köklü bir organizasyon olan Fransa'nın Maison&Objet'si ve onun son yıllarda daha dijital, daha dinamik bir kimliğe bürünmesinin verdiği güçlü rakip imajı da hem çok gerçek hem de yıkıcı derecede baskın. Neden mi? Çünkü fuar katılımcılarının ürünlerini online görebiliyor, randevu alabiliyor ve dilerseniz sipariş veriyorsunuz. Bu imkanlar çağın hızlı ekonomisine ve iş yapan kuşağın isteklerine daha uygun. Bu nedenle İtalyanlar’ın öncelikle isimlerini yeniden duyurmaya ve bunun için de hem sürdürülebilir hem genç hem de dijital dönüşümünü tamamlamış bir fuara ihtiyaçları vardı. Supersalone bu çabanın bir ürünü diye düşünürseniz, az sonra anlatacaklarım daha anlamlı gelecektir. CLAUDIO LUTI YERİNE MARIA PORRO Salone del Mobile bu yıl bahsettiğim tüm bu süreçlerin hakkından gelmesi için öncelikle etkinliğe başkanlık edecek kişiyi değiştirerek işe başladı. Tasarım endüstrisinden deneyimli bir iş insanı olan Claudio Luti yerine, 1983 doğumlu girişimci Maria Porro geldi. Tiyatro, tasarım ve iş dünyası gibi eklektik bir kariyere sahip Porro'nun omuzlarında dünyanın en önemli tasarım etkinliği var. Tahminim o ki, böylesine büyük bir etkinliği iki parçaya bölerek hem ismi canlı tutmayı hem de yeniliği aşamalı yapmayı düşünüyor. Nisan ayında nasıl bir etkinlik olacak hep birlikte göreceğiz. Ancak şimdi önümüzdekine bakalım! SANDALYENİN YALNIZLIĞI VE NEŞESİ! Supersalone pandemiden beri ilk büyük İtalyan etkinliği, ancak büyüklüğü Salone del Mobile ile karşılaştırılacak düzeyde değil. 423 markanın sadece belli ürünlerini sergileyecekleri dört pavyondan oluşuyor. Ayrıca tüm dünyada daha çok ilgi gören genç ve bağımsız tasarımcıların seri üretim olmayan ürünleri de tıpkı köklü firmalar gibi burada yer bulmuş. Özel sergilerden biri, küratörlüğünü Anniina Koivu'nun yaptığı ve beş kıtadaki 22 farklı ülkenin 48 tasarım okulundan 2020 ve 2021 yılları arasında mezun olan öğrencilerin 170 projesini sergileyen “The Lost Graduation Show”. Böyle bir fuar için gençlere dokunmanın en doğru yollarından biri bu. Diğer sergi ise “Take Your Seat - Solitude and Conviviality of the Chair (Oturun-Sandalyenin Yalnızlığı ve Neşesi)” isimli ADI / Compasso d'Oro Ödülü ile ortaklaşa düzenleniyor. Küratörü ise Nina Bassoli. Compasso d'Oro ödüllü 30 adet sandalye tasarımına mansiyon ödülü almış 80 başka sandalyenin eşlik ettiği sergi, belki de tüm mobilya tasarımı ürünlerin içerisinde en ikonik olanına vurgu yapıyor. 100 AĞAÇLIK MİNİ ORMAN Supersalone programı dünyanın her yerinden tasarımcı, mimar, sanatçı, akademisyen ve yöneticiler tarafından yapılan söyleşiler, konferanslarla dolu. İsim istiyorsanız Humberto Campana'dan Bjarke Ingels, Carsten Höller, Paola Pivi, Beatriz Colomina, Cecilia Alemani, Formafantasma ve Philippe Malouin'e dek saymak mümkün. Gelelim “sürdürülebilirlik” faktörüne. Fuardaki tüm sergileme ve enstalasyon malzemeleri geri dönüştürülebilir ya da yeniden kullanılabilir olacak şekilde özel üretilmiş. Fuarın doğu kapısı girişindeki turnikelere dek Forestami tarafından yerleştirilen 100 ağaçlık bir mini orman da Supersalone'nin yeşil kimliğini vurguluyor. Sergileme alanlarında da bu ağaçlar görülebiliyor. Ihlamur, dişbudak, meşe, erik ağaçlarından oluşan bu ormanın tüm elemanları daha sonra Milano'nun farklı noktalarına dikilecek. Supersalone, “Daha dinamik bir etkinlik nasıl olur” sorusuna Milano’nun verdiği bir yanıt adeta. Genç ve kadın bir başkanın bu işin altından kalkamayacağını düşünenler muhakkak olacak. Ancak Porro tüm bunları savuşturacak bir ön gösterimle Nisan ayındaki büyük şovuna bizi hazırlıyor. Bakalım neler göreceğiz. videolar https://www.youtube.com/watch?v=M6xIoqYH3OY https://www.youtube.com/watch?v=LnxUuO-85T4 salonemilano.it

  • TASARIM-1

    May 2021 | Design | Turkey türkçe için tıklayın RASMUS ASTRUP "We have no choice but to bring nature to cities" Words | Onur Baştürk R asmus Astrup, partner and project director of SLA, one of Scandinavia's leading landscape, urban design and architecture studios. Astrup, an expert in sustainable landscape architecture, integrated climate adaptation and nature-based design, leads SLA's forward-thinking landscape projects. The award-winning Novo Nordisk Nature Park with its 100% water balance, the lush Copenhill Power Plant and Urban Recreation Area built on the roof of the waste-to-energy generation facility of Reinvent Paris and Copenhagen with its air-cleaning facades are among Astrup's most up-to-date projects. In recent years, we have come across architectural designs in which green is prominent and even the leading role. Organic farming areas and mini parks are created on the roof areas of the buildings. Parks with socializing areas are being built in unused idle areas of cities. There are even ecological cities that will be rebuilt, such as BiodiverCity in Malaysia. Do you think all this is enough? Or is it just the beginning for the "green revolution"? First of all, green is just a color -so I am happy to hear “ecological”- because yes, this is just the beginning and we are so far from there. There are so many crises in the world right now, and even though all the current focus understandable is on the pandemic, I belive that the biodiversity crise is the biggest of them all, and cities can actually contribute to solve it. When we bring nature into the cities, we are not only solving problems like stormwater, urban heat island and pollution. We are also creating awareness, well being and social connections. Will we come across cities with increased green areas in the next decade? Are you optimistic about this issue? We are currently experiencing a global demand from our clients towards more urban space and city nature, and that is definitely positive and bringing me optimistic energy. Basically the urban space is the “social glue” or the democratic fundament for cities. We always use City Nature as a broad term for our approach to urban design, we want to make them sustainable, resilient and healthy, but we also believe that the urban public realm is the most democratic place. It’s the place where everyone can meet equally and engage despite gender, age and religion. As in Liam Young's fictionalized film "Planet City" of 2050, what we need to do is return a significant part of the world to the wild? Is this our salvation? What do you think about this? Yes we need to bring nature into cities, and yes it has to be more wild to solve to global challenges, but for us the wild expression has 2 purposes. It both brings a lot of climatic utility values, but equally it also brings an aesthetic value. Actually there are several scientific evidence reports that concludes how important wild nature is for our mental health, but in our studio it’s also a clear design driver. We are deeply inspired by the process and dynamics of nature. NOVO NORDİSK IS MY FAVORITE PROJECT In one of your interviews, you showed the parking lot for Novo Nordisk as your favorite project to date. What excited you about that project? And I am really curious about is; What is the project that excites you right now? Novo Nordisk Nature Campus is the Global Head Quarter for the biggest company in Denmark, and a world leading supplier of diabetes medicine. When we together with them developed their previously grey concrete area into a super wild nature campus, it was a paradigm shift. It was the first time we managed to get a global company to commercially brand themselves with our values. They did it internally for the employees, but also externally to brand the company with biodiversity, 100 % stormwater management and sustainable materials. I actually still think it’s my favorite project because of what it started. For a project in Denmark, you found a quarry containing waste stone fragments and used those pieces to create pavements in the parking lot. Can such a sustainability study be included in every project? Yes it can, because it’s all about how we are working in the studio. It’s embedded in our design process, always to be starting with research, knowledge and discussions. It happens before we start to design an actual shape. So in that particular projects we initiated our projects with a 3 days road trip around the projects site, and it was there we discovered the nearby quarry with a lot of beautiful left over granite gravel, that then became a design driver for the pavement. The "New Order of Nature" project was also very interesting and caught my attention… Doesn't moving and scaling nature according to users' demands also mean spoiling people too much? I think the short version is that you can never spoil people with too much nature. People are part of nature, this is the “order” where all of us belong. WE CREATED AN ICONIC EXPLORATION AND NATURE ARENA There are points in your "Naturkraft" project that I do not understand. There is talk of a human-made form of ecosystem. Can you give information about the exact implementation and actualisation? The ambition of Naturkraft located on the Danish west coast is to create an iconic exploratorium and nature arena about the power and aesthetic values of nature. It’s extra relevant these days to make awareness about how nature can provide new solutions to old problems. It’s a round nature arena that encourages and challenges visitors to experiences on the powers of nature through physical play, enlightening learning activities and intuitive understanding of the interaction between humans and nature. Here, visitors will get fascinated by, experience, feel and sense how the physical and aesthetic powers of nature will shape the sustainable cities and communities of the future. WHAT DID THE SEWING ON THE POWER ROOF PROVIDED? The landscape design on the steeply sloping roof of the power plant in Copenhagen was also quite extraordinary. I see such projects as a kind of "green dressing". Can it be valid for every building? Is the sustainability of such a landscape 100 percent? Or is it necessary to constantly renew plant varieties? We work with the same values anywhere, and it’s based on nature, so therefore the projects never look the same! Nature is responding to climate, topography and in cities it’s influenced by culture. When our friends from BIG invited us to design the park along the skislope, we wanted to work with the existing biodiversity of the surroundings, but we discovered that there wasn’t any. Therefore we had to add new nature, a planting that not only would work on the super steep roof on a plus 80 meters tall waste to energy facility -but also a planting that would bring biodiversity to the surroundings. A new resilient planting that would be spread by birds and wind, so it generously brought value not only to the users that climb it but also to the surroundings. MY PASSION IS NOT TO BE GOOD, BUT BEING How do you view the world, cities and your profession when you are at the beginning of your career? What has changed in your vision over the years? What remained the same? My passion and curiosity is actually growing by the years. It’s this weird paradox, that the more knowledge you gain, the more you understand how much else you need to discover, learn and develop. It’s also the beauty of our profession, you never get “good enough”. Not that I am driven by being good, my passion is to “do good”. I think the projects we work with in SLA are bigger and more complex than ever. We are not just designing projects that is getting built, we are also working with thought leading, strategic advising on city level, books and exhibitions. Do be able to do that we have an interdisciplinary mix of competences, from biologist, anthropologist to light designers. And I love the input’s and endless knowledge it brings me. Finally, I am also curious about the design approach you have adopted in landscaping. Do you want to make nature too regular, or do you want the liberation of nature to reveal the flaws, as in the far eastern philosophy Wabi-Sabi? We definitely agree with the Wabi Sabi view in the perfection in natures processes. The fact that it’s a process means that it’s never the same, it can not be tamed. Many people spend their whole life trying to defeat or control nature is because they think it’s chaotic, but it’s not. It’s another order, the nature order. If we all understood and accepted that fact, the world would be far better. Print YUZU MAGAZINE - III Out of Stock for more

  • TASARIM-1

    Eylül 2021 | Tasarım | İtalya TECLA 3D yazıcıdan çıkan geleceğin ev projesi Yazı | Sibel İpek M aria Cucinella Mimarlık (MCA) ve World’s Advanced Saving Project (WASP) tarafından hayata geçirilen ve dünyanın 3D yazıcısından yapılan ilk eco-sürdürülebilir konut projesi olan TECLA (Technology and Clay), İtalya’nın Ravenna şehrinde ziyaretçilerini bekliyor. Bu müthiş yaratıcı ve öncü yaklaşım, en başından beri iki firmanın ortak projesi olarak başlamış. Proje boyunca da iki firma tasarım ve inşaat tarafında birlikte çalışmış. Mecazi olarak Italo Calvino’nun “Görünmez Kentler” kitabından ilham alan TECLA, kullandığı materyaller ve tasarımında yansıttığı ruhla geçmiş ve günümüz arasında güçlü bir bağ kuruyor. Çünkü bu evler aslında geçmişin antik yapılarını anımsatıyor. Ancak evin 21. yüzyılın teknolojik olanaklarıyla hayata geçirilmiş olması onu bu zamana da ait kılıyor. ANTİK MATERYALLERİ TEKNOLOJİYLE KULLANDIK TECLA projesi Mario Cucinella Mimarlık’ın kurucusu ve kreatif direktörü Mario Cucinella tarafından önce bir araştırma projesi olarak başlamış. Daha sonra WASP’ın kurucusu Massimo Moretti’nin de vizyonuyla, git gide ciddileşen iklim değişikliği sorununun yaratacağı olası ihtiyaca sürdürülebilir bir yanıt olarak ele alınmış. Devamı için... Print YUZU MAGAZINE - IV Out of Stock View Details

  • TASARIM-1

    Ağustos 2021 | Tasarım | Dünya Designnobis’den sürdürülebilir 6 proje Yazı | Oktay Tutuş D esignnobis tasarım ofisi, kurucusu Prof. Dr. Hakan Gürsu önderliğinde, sürdürülebilirlik konusunda Türkiye’de en erken çalışmaları yapanlardan. Bugüne dek 200’e yakın ödüle layık görülen pek çok tasarımı bulunan firma, minimum ayak izine sahip ve maksimum katma değerli tasarımlara imza atıyor. Yakın zamanda yaptıkları altı tasarımı bizzat Hakan Gürsu’dan dinleyelim. 1. ANIMAL SHELTER Animal Shelter atık PET şişeleri hayvanlar için bir barınağa dönüştüren, sürdürülebilir, ‘kendin yap’ bir ürün. Akıllı tasarımı sayesinde, ev-sokak hayvanları ya da vahşi hayvanlar için kolaylıkla herkes kurup kullanabilir. Set, suntadan yapılmış bir taban ve tavan parçası ile şişeleri yerleştirmek için oluklu tasarlanmış iç plastik parçalardan oluşuyor. İçi perlit malzemeyle doldurulmuş PET şişeler barınak için duvar işlevi görüyor. Kurulumu yapıldıktan sonra barınak strüktürel ve dekoratif amaçlarla iple bağlanıyor. İsteğe bağlı olarak diğer bir ip parçası da kolay taşıma için sap amacıyla kullanılabilir. 21 parça atık PET şişeden oluşan Animal Shelter, hayvanlar için güvenli bir sığınak sunarken yeniden kullanım ve sürdürülebilirliği de teşvik eder. 3. AQUA TRAP AquaTrap, yağmur suyunu toplayarak içerde hapseden, düşük maliyetli, basit, plastik bir membran sistemi ile çalışır. Sistem, varolan suyu en etkili şekilde kullanarak kaynak ihtiyacını azaltır. Kurak iklimler için ya da ilerde kısıtlı ve kısa süreli yağmur alacak bölgeler için günlerce kendine yetebilen, sürdürülebilir bir sistemdir. 5. D-ECO BRICK Fikir çok basit ve anlaşılır. Düşündük ki, 4-6 adet plastik atık toplanıp çok basit bir kalıp sistemine konulsa her biri kolaylıkla üç boyutlu tuğla sistemleri oluşturabilir. Bu sistemlerle de kullanıcılar, karbon ayak izlerini düşürmek için daha fazla yeşil duvar ve bahçe oluşturabilir. Sistemde dört adet kullanılmış kapak ve sunta kalıp tabanı bulunmaktadır. Herkes daha yeşil bir ortam yaratmak için D-Eco tuğlalar ve bitkilerle duvarlarda ve avlularda ve küçük havuz tabanlarında D-Eco düzenlemesi yapabilir. 2. PET-TREE Pet-Tree, kullanılmış PET şişelerlle oluşturulmuş çevreci bir dikey sistem. Tasarım, plastik PET şişelerin ağaç benzeri bir geometride dikey yerleşiminden oluşuyor. Sistem, damla sulama kullanan yenilikçi su döngüsü sayesinde suyu verimli kullanır ve yağmur suyunu da toplayarak hiçbir damlayı boşa harcamaz. Çoklu kullanımda dar alanda yüksek miktarda tarım olanağı sağlayarak günümüz seralarına dikey ve düşük maliyetli bir alternatif oluştururken, şehir kullanıcısının da evde organik sebze meyve yetiştirmesine olanak sağlıyor. 4. PEBBLE İç ve yarı kapalı mekanlar için tasarlanan elektrikli ısıtıcı Pebble, ısıyı yaymak için doğal taşları kullanıyor. Bu sağlıklı ısıtma yöntemiyle hava kurumuyor. Çünkü tasarımda kullanılan yassı dere taşları ve tamburlanmış taşlar, hem yüzey alanını genişletir hem de nefes alabilir yapıda olmaları sayesinde buhar alışverişini sağlar. Banyo ve nemli alanlarda da kullanılabilen Pebble, yakıcı alana sahip olmayışı ile güvenlidir. 6. LIVING POTS Endüstriyel ahşap işlemeden elde edilen hurda parçaları kullanan bir ünite. Özellikle mantar yetiştiriciliğinde rutubeti için konvansiyonel dilimlenmiş tomruklar kullanılıyor. Onlar yerine bu ünite, ağaçların kesilmesini engellerken aynı oranda avantaj da sağlar. Basit bükülmüş metal parçalar ve hurda kütük parçalarından yapılan bu birim, düz paketlidir ve kolayca monte edilebilir. Enerji ve alan verimliliği sağlayan, hem kişisel hem de endüstriyel kullanıma uygun yaşayan bir saksı. designnobis.com.tr

  • TASARIM-1

    Mayıs 2021 | Tasarım | Çin Hayranlık uyandıran ‘The Seeds’ Yazı | Alp Tekin M erkezi Shanghai’de bulunan mimarlık stüdyosu ZJJZ Atelier’nin son projesi gerçekten hayranlık uyandıran türden: The Seeds. Çin'in Jiangxi kentindeki Tree Wow Oteli’nin bir kısmı için tasarlanan “tohum” şeklindeki bu dört kabinle mimarlık stüdyosu tamamen doğal ortamı yansıtmak istemiş. Başarılı olmuşlar da! Dış cephesinde ahşap kiremitler ve aynalı alüminyum fayanslar kullanılan The Seeds kabinleri için ZJJJ Atelier mimarları şöyle diyor: “Alüminyum karolar doğanın tüm renklerini yansıtıyor. Böylece hava ve doğanın renkleri değiştikçe binaların da görünümü değişiyor! Bir bitkinin kökleri gibi, bu yansıtıcı kaplama her evi toprağa bağlıyor sanki”. The Seeds kabinlerinin dördü de bir düzenek üzerinde yükseliyor. Bu yüzden kabinlere merdivenle erişiliyor. Kabinlerin içinde ise bir yatak odası, banyo, depolama alanı ve uzanmak için bir çatı katı yer alıyor. Her bölmenin yüzeylerine yerleştirilen yuvarlak pencereler çevrenin özel görüntüsünü sağlayacak şekilde düzenlenmiş. Kabinlerin yan tarafındaki daha küçük pencereler ise bitişikteki ormanlık alana bakıyor. Çatı katındaki daha büyük olan pencereler ise ağaçlar ve gökyüzünün manzarasını izlemek için ideal!

  • TASARIM-1

    Nisan 2021 | Tasarım | Türkiye Konya’nın ortasına yeşil bir tasarım VAHA OASIS Yazı | Onur Baştürk S ahra Çölü’nün girişine konumlanmış, büyüklüğü 3500 tane futbol sahasına denk gelen Fas’taki Noor-Ouarzazate güneş enerjisi kompleksinin fotoğraflarını mutlaka bir yerlerde görmüşsünüzdür. Burası dünyanın en geniş güneş enerjisi santrali olarak biliniyor. Sadece fütüristik görüntüsüyle değil, sağladığı enerji sayesinde gezegeni 760 bin tonun üzerindeki karbon emisyonundan kurtarmasıyla da hayranlık uyandıran bir tesistir Noor-Ouarzazate. Meğer hemen yanı başımızda, Fas’taki bu “yenilenebilir enerji” tesisine rakip bir yer varmış: Konya’daki Karapınar Güneş Enerjisi Santrali. Türkiye’nin çöl niteliğindeki tek bölgesi olan Karapınar’da kurulan santral, toplamda 20 milyon metrekare alan üzerinde yayılıyor. Tesis tamamlandığında 1348 megavat gücüyle dünyanın en büyük güneş enerjisi santrallerinden biri olmaya aday. HERKESİN GÖRMEK İSTEYECEĞİ BİR “SCADA” İşin buraya kadar olan kısmı yenilenebilir enerji ve dünyayı karbon emisyonundan kurtarma adına gayet nefis. Ama işin bir de tasarım kısmı var ki, o daha da nefis! Bu güneş enerjisi santraline kısaca SCADA (Supervisory Control And Data Acquisition) adı verilen bir kontrol merkezi yapılacak. Ama sıradan bir merkez değil. Bilim ve teknoloji alanında konferansların düzenlenip güneş enerjisi teknolojilerinin tanıtılacağı, herkesin merak edip görmek isteyeceği türden bir merkez. Bu nedenle santralin yatırımcısı Kalyon Holding, SCADA binası için bir mimari proje yarışması açtı. Yarışmaya katılan 58 proje jüri başkanı mimar Melike Altınışık rehberliğinde; David Green, Murat Tabanlıoğlu, Refik Anadol, Dr. Deniz Aslan, İmdat As ve Kübra Kalyoncu Şeherli tarafından değerlendirildi. ZENGİN PEYZAJA SAHİP SÜRPRİZ PROJE Sonuç? Y. Mimar Caner Bilgin ve Mimar Begüm Yılmaz Bilgin’in “Vaha Oasis” isimli projesi birinci oldu. Doğrusu, Vaha Oasis’i görür görmez sevdim. Çünkü çevresindeki kurak alana tezat, zengin peyzajı olan bir avluya sahipti. Nitekim proje sahipleri bu yemyeşil avluyla yaşamın esas kaynağına dikkat çekmek istemiş. Bunda da gayet başarılı olmuşlar. Tek kat olarak düzenlenen Vaha Oasis, kendi ekosistemini oluşturmayı amaçlıyor. Yapı çeperindeki katı geometrik sınırlar avlu çeperinde yumuşak bir hal alıyor. Binanın yeşil çatısı aynı zamanda verimli bir yalıtım aracı. Bölgede hakim olan bozkır bitki örtüsüne ait seçilen yoğun peyzajın sulaması ise filtrelenmiş taban suyu ile yapılacak. Böylece fazla enerji harcamadan bitkilerin su ihtiyacı da karşılanmış olacak.

  • TASARIM-1

    Aralık 2020 | Tasarım | Dünya 2020’nin en iyi tasarım evleri Yazı | Alp Tekin House in Los Vilos / Şili Tokyo merkezli mimarlık ofisi Ryue Nishizawa’nın tasarladığı, Şili’nin Pasifik Okyanusu kıyısındaki Los Vilos’ta konuşlanmış dalgalı beton çatıya sahip bu ev, yıl boyunca tasarım meraklılarının radarındaydı. Eve karakterini veren muhteşem çatı evi üç bölüme ayırıyor: Ön tarafta sauna, ortada bir yatak odası ve oturma odası. Arkada ise terasa uzanan bir mutfak ve yemek odası. The Red Roof / Vietnam TAA Design’ın Vietnam'daki “The Red Roof”u yenilikçi ve organik tarıma fırsat veren tasarımıyla ön plana çıktı. 2020 Dezeen Ödülleri'nde Yılın Kırsal Evi ve Yılın Mimari Projesi unvanını kazanan evin çatısı taraçalar halinde tarım alanlarına ayrılmış. Bumpers Oast / İngiltere ACME'nin tasarladığı bu ev İngiltere’nin güneydoğusunda. Şerbetçiotu kurutma fırınlarından ilham alarak yapılan evin dışını kaplamak için 41 binden fazla karo kullanılmış. Bumpers Oast evleri her biri büyük, yuvarlak odalarla dolu beş yüksek kuleden oluşuyor. Casa Mérida / Meksika Bu beton ev ise Yucatán Mérida'da 80 metre uzunluğunda bir alanda yer alıyor. Mimar Ludwig Godefroy, Mayalar’ın kültür mirasına saygı göstermek için tasarımında onların yaşam tarzından ilham almış. Mesela eski bir Maya yol sistemi olan Sacbe'ye atıfta bulunan kanallara yer vermiş evin dış alanlarında. Landaburu Borda / İspanya Mimar Jordi Hidalgo Tané, Navarra dağlarına bakan bu eski tarihi İspanyol evini hem yenilemiş hem de dağın altına gizlediği ek bir beton binayla genişletmiş. Cam bir koridorla tarihi ana eve bağlanan bu ek uzantı, hem ortama yeni bir hava vermiş hem de doğanın bir parçası gibi görünmeyi başarmış. House with a Greenhouse / Çek Cumhuriyeti RicharDavidArchitekti tarafından Chlum kasabasında yaşayan bir aile için yapılan bu tek katlı ev 2020’nin en ‘star’ evi olabilir! İçinde bir kaktüs serası da barındıran evin üzeri polikarbonat bir sera çatıyla taçlandırılmış. Tek kelimeyle muhteşem! La Torre Bianca / İtalya-Puglia La Torre Bianca, yani “Beyaz Kule” olarak adlandırılan Gagliano del Capo'daki bu villa, DOS Architects kurucularından mimar Lorenzo Grifantini’ya ait. Londra'daki hayatlarının koşuşturmacasından uzakta ailesi için bu evi tasarlayan mimar, beyaz kulenin arkasındaki küçük bir merdivenle üç katı birbirine bağlamış ve çatıya küçük bir seyir terası kondurmayı ihmal etmemiş. Minimal White Buildings / Menorca Adası Mimar Marina Senabre tarafından tasarlanan bu Menorca evi, birbirine bakan iki beyaz minimal yapının sadeliği ve duvara asılmış sanat eseri hissi veren penceredeki kırsal manzaralarıyla insanı büyülüyor! STİL | Kategorinin diğer yazıları Bir Edition üçlüsü: Sanat, parti ve iyi yemek Bodrum’a sürpriz: Dioriviera pop-up Emre Buga’nın stil atlası İçinden Aman stili geçen bir rüya Janus mu alırdınız Glassafe mi? Köprü + Heykel + Galeri: The Twist İstanbullu Tilda Swinton’ın ‘athleisure’ tarzı Fütüristik otel ‘Svart’ın açılmasına az kala Murat Süter’in ‘lacivert’ sırrı ‘Parazit’in evi aslında gerçek değildi Evi değiştir: Blush mı Green Benjamin mi? Edwina Sponza’nın stil kodları Korona Sonrası Şehir Tabelaları ‘Beslenme farkındalığınız’ ne durumda? Bodrumlu Uzakdoğulu: Leleg Living Bu yazın başrolünde: Soho Roc House Korona günlerinde yaratıcı bir ‘karton’ masa!

  • TASARIM-1

    Şubat 2021 | Tasarım | Dünya Çok siyah bir veda: Swiss Alp Watch Yazı | Oktay Tutuş F otoğrafı sizi yanıltmasın gördüğünüz aslında bir Apple Watch değil. Ancak tasarımıyla ona öykünen bir saat. Bu sadece basit bir öykünme de değil üstelik. Size kısacık hikayesinden bahsedeyim. 2016 yılında ilk defa satışa sunulan Swiss Alp Watch isimli bu model aslında o dönemin hızlı trendi olan akıllı saatlere karşı İsviçre’nin bir yanıtı niteliğindeydi. Akıllı saat satışlarının artması ve gittikçe popüler olmaları geleneksel İsviçre saat firmalarını biraz endişeye düşürmüş ve “Yeni bir pilli saat krizi mi geliyor” diye düşünenlerden tutun da hibrit saat modelleri yapanlara dek pek çok tepkiye neden olmuştu. Bu firmalardan bir tanesi ve muhtemelen en soğukkanlı olanıysa çığır açıcı bir şeyle çıkageldi: Tıpkı Apple Watch’a benzeyen bir mekanik aksamlı geleneksel saat. Swiss Alp Watch , neredeyse 200 yıllık bir saat üreticisi olan İsviçreli H. Moser & Cie. tarafından Analog VS Digital savaşında ibreyi analogdan yana döndürdü. Vermek istediği mesaj şuydu: Biz geleneklerimize bağlı kalarak saat yapmaya devam edelim, ancak modern tasarım ve teknolojiyi işimize entegre etmekten de çekinmeyelim. Bu korkusuz hamlenin başrolündeki saatin bugüne dek çok farklı modelleri yapıldı ve satıldı. İkonik bir saat mertebesine erişti. Ve şimdi de zirvedeyken bize veda ediyor! H. Moser & Cie. geçtiğimiz günlerde duyurduğu Swiss Alp Watch Final Upgrade isimli bu simsiyah saatle bu serinin üretimine nokta koyuyor. O nedenle bu özel modeli üretti. 50 örneği üretilecek saat, hicivli ve aynı zamanda sofistike bir serinin son temsilcisi. Böyle bir doğum hikâyeniz varsa elbette tasarımınızda ve kullanılan malzemelerde de dikkatli bir seçim yapılması normal. Saatin DLC kaplanmış çelik kasası ultra modern ve havalı, ancak bunu saat imlerinin olmaması yanında siyah renginin derinliğinden de alıyor. Süperstar sanatçı Anish Kapoor’un haklarını elinde bulundurduğu dünyanın en koyu siyah rengi olan Vantablack ile yapılmış kadranı sayesinde, akrep ve yelkovanı ile saat 6 yönündeki küçük saniye göstergesi sanki boşluktaymış gibi hareket ediyor. Saatin esas söz söyleyen yüzü aslında arkasını çevirdiğinizde gözler önüne seriliyor. Tamamen mekanik, tıkır tıkır işleyen gerçek bir İsviçre mekanizmasıyla hayat buluyor. Kablo, devre veya pil yok. Gücü hikayesinde.... www.h-moser.com

  • TASARIM-1

    Mart 2021 | Tasarım | Dünya ‘Bu yaz uzayda tatil planım var’ Yazı | Sinem Işık H azır olun, bu cümleyi 2027’den sonra sıkça duymaya başlayabiliriz. Çünkü Gateway adlı vakıf, Voyager Station adlı uzaydaki ilk oteli 2027'de açacağını duyurdu! Şöyle ki: Voyager Station, kendisini “dünyanın ilk büyük ölçekli uzay inşaat şirketi” olarak tanımlayan Orbital Assembly Corporation tarafından inşa edilecek. Plana göre 50 bin metrekarelik tesisin inşası 2026’da başlayacak. Bu hesapla koca istasyon ve oteli bir yılda bitirecekler. Yani Ali Ağaoğlu’ndan bile daha hızlılar diyebiliriz! Otel açıldığında 440 odaya sahip olacak. Dönen halka şeklindeki formu olan istasyonun yerçekimi ise Dünya'nın altıda birine eşit olacak. 2019 yılında Von Braun Uzay İstasyonu olarak adlandırılan uzay oteli tasarımını ortaya çıkarmış kıdemli tasarım mimarı Tim Alatorre’ye göre, “uzaya gitmek insanların tatilleri için artık yeni bir seçenek olacak”. Tim Alatorre projenin amacının uzay istasyonlarını herkes için erişilebilir hale getirmek olduğunu açıklıyor. Yine de o “erişilebilirlik” tartışılır tabii. Herkesin erişemeyeceği ortada. Ama Alatorre bizden daha umutlu: “Genel maliyetler hâlâ çok yüksek olduğu için çoğu insan uzay turizminin yalnızca süper zenginler tarafından kullanılabileceğini varsayıyor. Ancak Gateway Vakfı'nın uzay yolculuğunu herkese açık hale getirme hedefi var”. Unutmadan: Voyager İstasyonu bir hafta, bir ay ya da kalıcı olarak kiralanabilecek 500 metrekarelik lüks villaları da barındıracak. Yani uzayda bile dünyadaki pazarlama istemi geçerli olacak gibi görünüyor!

  • TASARIM-1

    Ocak 2021 | Tasarım | Dünya Bu yıl bitecek 5 mimari proje Yazı | Alp Tekin 2 021’in en çok beklenen 5 mimari projesinin resmi geçidine hazır mısınız? Halen yapım aşamasında olan bu projelerin çoğu -elbette farklı sebeblerden dolayı- on yıldır devam ediyor! Tasarım ve inşaatı süreci eklenince aslında bu tarz büyük mimari projeler için bu süre normal olarak algılanıyor. Lafı uzatmadan; işte 2021’de bitecek o projeler… 1. Wormhole Library by MAD Architects / Çin Çin şehri Haikou’nun kıyı şeridini modernleştirme planı kapsamında yer alan bu fütüristik kütüphane MAD Architects ürünü. “Şehvetli bir şekilde kavisli” olarak tanımlanan Wormhole Library’nin tasarımı, adı üstünde, bir solucan deliği gibi kıvrımlarla ilerliyor. Bu yıl sonu bitecek olan 1380 metrekarelik bu kıvrımlı beyaz tesis, Güney Çin Denizi kıyısına çarpıcı bir şekilde oturuyor. Binada yer alan çeşitli boyutlardaki delikler doğal ışığın iç mekanı doldurmasına izin veriyor. Ayrıca bu delikler sayesinde oluşan dış koridorlar, ziyaretçilerin dinlenmesi için gölgeli alanlar oluşmasını sağlıyor. Kütüphane iki ayrı bölüme ayrılıyor. İlk bölüm 690 metrekarelik okuma alanı, kafe ve teras bölümü. İkinci bölüm ise bisiklet park sistemini de içeren 300 metrekarelik halka açık dinlenme alanı. 2. Hermès Atelier by Lina Ghotmeh / Fransa Yeni Hermés Atelier binası şöyle tanımlanıyor: Zanaatkârlık stüdyosu alanından çok daha fazlası! Lübnanlı asıllı Fransız mimar Lina Ghotmeh tarafından tasarlanan yeni atölye binasında geleneği korumak ve çevre üzerindeki etkiyi en aza indirmek için markanın değerlerine bağlı kalınmış. Deri çanta, obje, eyer üretimi için tasarlanan 6700 metrekarelik atölye binasının düz çatısının dikey düzeni, tavan açıklıklarıyla birleşmiş farklı boyutlardaki kemerleriyle dikkat çekiyor. Mimarın hedefi iç mekanı bol miktarda doğal ışıkla doldurmak olmuş. İyi hazırlanmış ve iyi düşünülmüş Hermès Atelier’nin şiirsel mimarisi sade estetiğe vurgu yapıyor. 3. Little Island by Heatherwick Studio / New York Yedi yıllık sürecin ardından New York’un tartışmalı “Little Island” (eski adıyla Pier 55) projesi nihayet bu bahar sonu açılıyor. Mathews Nielsen Landscape Architects ile birlikte Thomas Heatherwick tarafından tasarlanan proje dünyanın en çok beklenen projelerinden biri. Çeşitli yüksekliklerdeki kolonlar üzerinde desteklenmiş, 132 adet mantar şeklindeki beton kaptan oluşan Little Island, 100 ağaç ve çeşitli bitki türüne ev sahipliği yapacak. Ayrıca 800 kişilik amfi tiyatro dahil, üç açık hava performans alanını da içinde barındıracak. 4. Yang-Liping Performing Arts Centre by Studio Pei-Zhu / Çin Çinli balerin Yang Liping'in adını taşıyan, Çin’in Dali kentindeki bu merkezin neredeyse beş yıldır inşaatı sürüyor. Studio Pei-Zhu’nun tasarımı olan proje, iç ve dış mekan arasındaki sınırların bulanıklaştığı, serbestçe akan bir alanı gözler önüne seriyor. Cangshan sıradağları ile Erhai gölü arasındaki bir platoda yer alan binanın mimarisi manzarayı ustaca yansıtıyor. Dirsekli çatının şekli aynı zamanda çevredeki tepeleri ve vadileri taklit eder nitelikte. Plazanın içinde bir kapalı tiyatro (Ying) ve bir açık hava tiyatrosu (Yang) yer alıyor. 5. Floating Music Hub by NLÉ / Sao Vicente, Cape Verde Nijeryalı mimar ve NLÉ'nin kurucusu Kunlé Adeyemi aslında bu proje için çalışmaya 2012’de başlamış. Önce Nijerya'nın en büyük şehri Lagos'un lagününde yer alan Makoko Yüzer Okulu için deneysel bir prototip yapmış. Şimdi ise São Vicente adasındaki (Batı Afrika ülkesi Cape Verde'yi oluşturan 10 volkanik kara kütlesinden biri) liman kenti Mindelo'nun sakin bir koyunda tasarımının kalıcı versiyonunu kuruyor Adeyemi: Floating Music Hub. Bu yıl tamamlanacak olan 779 metrekarelik komplekste bir performans salonu, kayıt alanı ve küçük bir otel yer alıyor. Proje çeşitli ölçeklerdeki üç yüzer gemiden oluşuyor.

  • TASARIM-1

    Nisan 2021 | Tasarım | Türkiye Swissotel Çeşme sürprizi D oğruya doğru, Çeşme Ilıca’daki 20 yıllık Sheraton Oteli bölgenin simgelerinden biriydi. Ama son derece eski ve bulunduğu bölgenin Egeli havasını yansıtmayan bir mimariye sahipti. Di’li geçmiş zaman kullanıyoruz, çünkü Sheraton’ın büyük bir kısmı yıkıldı bile. Yerine ise Swissótel yapılıyor. Haziran 2022’de açılması planlanan Swissótel’in mimarlığını daha çok alışveriş merkezi (mesela Buyaka) ve otel projeleriyle (mesela Şişli Marriott) tanınan Dilekçi Mimarlık üstleniyor. Otelin iç mimari ise Mustafa Toner. MIAMI HAVASINDA Accor Dünya Ticaret Başkanı Yiğit Sezgin’in söylediğine göre Swissótel Çeşme’nin genel havası Miami otelleri gibi olacak. Geniş balkonlar, azalan oda sayısı (toplam 248 oda) ve otelden ayrı yapılacak residence kısmıyla… Swissótel’in yatırımcısı da tıpkı Sheraton Çeşme’de olduğu gibi aynı firma, Dilek Holding. Firma başkanı Adil Dilek iddialı: “20 yıl önce Çeşme’yi Sheraton’la nasıl turizme kazandırdıysak, Swissótel’le de Çeşme’yi Cannes gibi daha lüks bir segmente taşıyacağız”. ACCOR’UN SÜRPRİZ HEDEFİ: THE STAY Tüm bunlar bir yana Accor oteller grubunun bir başka sürprizi daha var. O da Muzaffer Yıldırım’ın The Stay markasını Accor işbirliğiyle yurtdışına açmak. Yiğit Sezgin bu konuda gayet net: “Meksika ya da Vietnam, dünyada her yer olabilir. Zaten biz markanın özüne, ruhuna dokunmuyoruz. Ona satış ve pazarlama gücümüzü katıyoruz. Mesela Buenos Airesli Faena’nın Miami’de açılmasını sağladığımız gibi”. Sezgin ayrıca Accor’un dünyadaki meşhur lifestyle otel markalarını da (mesela Delano) birkaç yıl içinde Türkiye’ye getirmek istiyor. Bunun için Accor’un lifestyle markalarından sorumlu ‘vice president’ı Louis Abboud ile birlikte hem İstanbul hem de Bodrum-Marmaris taraflarında keşif yapacakmış ilerleyen günlerde.

bottom of page